Hacc’a doğru...

04:0013/08/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Ömer Lekesiz

Yeni birHac vaktinin eli kulağındadır.Kimi dostlarımız arayıp,Kâbe’ye doğru kanat çırpmak üzere olduklarını bildirerek, helallik talep ediyorlar. Elbette, yüzü Kâbe’ye dönük olanlara hakkımız, her daim helâldir.Onların gidişlerine değil, gittikleri yere takılıyor asıl aklım. Benim dört umreden sonra, Hac için de gitmem nasip olduğunda, orada hatırlamak üzere not ettiğim aşağıdaki kimi hususları, şimdiKâbeyoluna düşen o dostlarımı selamla uğurlama niyetiyle paylaşıyorum:Amentü’yü, Allah ile aramızdaki

Yeni bir
Hac vakti
nin eli kulağındadır.
Kimi dostlarımız arayıp,
K
â
be
’ye doğru kanat çırpmak üzere olduklarını bildirerek, helallik talep ediyorlar. Elbette, yüzü Kâbe’ye dönük olanlara hakkımız, her daim helâldir.
Onların gidişlerine değil, gittikleri yere takılıyor asıl aklım. Benim dört umreden sonra, Hac için de gitmem nasip olduğunda, orada hatırlamak üzere not ettiğim aşağıdaki kimi hususları, şimdi
K
â
be
yoluna düşen o dostlarımı selamla uğurlama niyetiyle paylaşıyorum:
Amentü
’yü, Allah ile aramızdaki bir sözleşme olarak kabul edip hayatımızı onunla kayıtladığımızda, ilkin Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şehadet ve tayin edilmiş kıblenin bilgisiyle donanırız.

Kıble bilgisi
, bizimle aynı inancı paylaşanlarla kurduğumuz ilk temas, ilk birlikteliktir; başkalarının da bildiği, verili bir bilgi (ilme’l-yakîn) olması bakımından bu sayede yeni bir ortaklığa tabi oluruz.

Değil mi ki, nefsimizin en önemli özelliklerinden biri merak etmektir. Neden, niçin, nasıl diye sormaksızın inanmayı, doğru bir inanmanın şartı saysak da, kıblemizin bilgisinde derinleşme arzusundan alıkoyamayız kendimizi.

Bu merakla, ilk atamız
Hz. Âdem
’e (as), milletinden olmakla övünç duyduğumuz
Hz. İbrahim
’e (as), İbrahim’e bir erkek çocuk vermek suçuyla evini terk etmeye mahkûm edilen
Hz. Hacer
’e (ra), onun oğlu
Hz. İsmail
’le (as) birlikte bugün
Safa ile Merve
adlarıyla bildiğimiz mekânın kıyıcığına bırakılışlarına, o kuş uçmaz kervan geçmez bölgede bir başlarına kalışlarına, teslimiyet ve rızık aramadaki gayretlerinin bir ödülü olarak
Zemzem
’in verilişine dair hikâyelerin içinden geçeriz.
Bu hikâyelerle, Kâbe’nin, gökle bağlantılı olduğunu, yedi kat göğün üstünde ve arşın altında bulunan
Beyt-i ma’mur/Darrah
’ın onun üstünde durduğunu, dolayısıyla onun arşın altından, yerin yedinci katına kadar uzanan kozmik bir sütun hükmünde bulunduğunu öğreniriz.
Bu sütunla yerle göğün birleştirilmesinin,
Mutlak
’ın yeri de mülk olarak onaylaması ve kutsaması anlamına geldiğini de anlarız. Kutsalı, Allah’ın elinin görünmesi, kudretinin tezahürü, nazarının dokunması olarak aldığımızda ise o kutsal sütunun da arzın tümünün kutsallaştırılması işlevini yüklendiğini öğreniriz ve artık biliriz ki:
-Kâbe’nin temeli,
Tur-i Sina
,
Tur-i Zeytun
,
Lübnan
,
Cudi
ve
Hira
dağlarından getirilen taşlarla ilk insan tarafından yükseltilmiş, cenneti ve ona duyulan özlemi sembolize eden
kozmik taş/Hacerü’l-Esved
(Hz. Âdem’in kürsüsü) aracılığıyla da cennetle ebedi bağlantısı kurulacak şekilde işaretlenmiştir.
-Kâbe, mekânı (dünyayı)
ahiret
in köprüsü olarak vaz’ eden semavi bilginin temsili; o
köprünün sûretidir
. Mekke’nin hükmü (hem köprünün hem de hayatları o köprüyle ilişkilendirilenlerin korunması anlamında)
korunak
olmasıdır; diğer bir söyleyişle
Kâbe
Mekke’nin, Mekke ise Kâbe’nin mütemmim cüzüdür.
Kübik bir görünüme sahip olan Kâbe,
ka’b
kökünden gelen özel bir isimdir. Ka’b ise; yüksek olmak, dört köşe şeklinde olmak, tomurcuklanmak demektir.
Çatısıyla gök kubbeyi, tabanıyla yeri, dört duvarıyla kozmik alemin dört yanını simgeleyen kübik Kâbe
, yuvarlak dünyaya mutlak bir zıtlıktır, öte’ye (ahiret’e) bakan aşkınlıktır; yuvarlağın sınırsız uzamında yuvarlağa karşıtlıktır.
Formunun matematiksel kesinliğiyle yuvarlaktaki sonsuzluğu (uzamsal konumuna göre) sınırlarken, kare yüzeyleriyle de o sonsuzluğu ayrı düzlemlerde çoğaltarak sürdürür.
Kâbe’nin, yeryüzünü arşa bağlayan kozmik sütun oluşunun
nazari karşılığı da tam buradadır: Yüzeylerinde sonsuzluğu kesintisiz olarak sürdüren formun ulaşacağı nokta, sonsuzluğun en sonunda, yani arşta ya da arşın maverasındadır.
Nefsimizin merakı neticesinde elde ettiğimiz bu bilgilerle, görmeyi bilmeye tercih eder hâle gelerek Kâbe’ye kavuştuğumuzda; ilk tavafın heyecanını yatıştırınca,
gerçekte onun bizim zarfımız ve mazrufumuz olduğunu
idrak edip, onun bizim, bizimse onun kalbinde yer aldığımızı keşfederiz.
Çünkü tavafta Hacerü’l-Esved’e kâlp yönümüzü vererek, saat yönünün tersinde döndüğümüzü ve dolayısıyla her bir dönüşle adeta
zamanı geriye doğru eksiltip
,
ilk Amentü’nün hatırlanma anı
yla ve bu anı temsilen Hacerü’l-Esved’le başbaşa kaldığımızı, bu kez yakîn bilgi olarak fark ederiz.
...Ve merak etmenin,
ana hikâyeleri
öğrenmenin, Kâbe ile yakîn temasın sonucunda, bu üç durumun da son tahlilde bizim varlığımıza,
kimliklenmemize yönelik
olduğunu anlarız ki,
Kâbe, kıble bilgisi diyerek aradığımız şey aslında kendimizin “kendilik bilgisi”nden başka bir şey değildir.
Bunu
Giorgio Agamben
’in kelimeleriyle ifade edecek olursak:
“Bilinmeyeni bildiğimizde bildiğimiz o değil, aslında kendimizdir.”
#Tur-i Sina
#Tur-i Zeytun
#Lübnan
#Hac