Gelmişlerdi geliyorlar ve yine gelecekler

04:0012/01/2018, Cuma
G: 18/09/2019, Çarşamba
Ömer Lekesiz

Hamiyet duygusu, vatan kaygısı, millet meselesi olmayanların bakışıyladış tehdithuzur bozucu, rahat kaçırıcı, endişe üretici bir fiil olmasının ötesinde, korku esaslı psikolojik bir sorun şeklinde değerlendirile gelmiş ve hatta, idari beceriksizliklerin günah keçisi olarak karikatürize edilmiştir.Oysa ki, sıcaklığını halen muhafaza eden15 Temmuzbaşarısız darbe girişimi bile, tek başına dış tehdidin dün olduğunu, bugün tekrarlandığını yarın da mutlaka tekrarlanacağını belgelemeye yeterli gelmektedir.Elbette

Hamiyet duygusu, vatan kaygısı, millet meselesi olmayanların bakışıyla
dış tehdit
huzur bozucu, rahat kaçırıcı, endişe üretici bir fiil olmasının ötesinde, korku esaslı psikolojik bir sorun şeklinde değerlendirile gelmiş ve hatta, idari beceriksizliklerin günah keçisi olarak karikatürize edilmiştir.

Oysa ki, sıcaklığını halen muhafaza eden
15 Temmuz
başarısız darbe girişimi bile, tek başına dış tehdidin dün olduğunu, bugün tekrarlandığını yarın da mutlaka tekrarlanacağını belgelemeye yeterli gelmektedir.
Elbette burada, dış tehdidin toplumsal bir korkunun (pasifliğin, acziyetin) nedeni haline getirilmesi yerine,
rüyada bile azami uyanıklığı zorunlu kılan bir gerçeklik
olarak kaydedilmesi ve etkilerini boşa çıkartacak tedbirlerin (sanki o yokmuşçasına)
sağduyulu ve serinkanlı bir şekilde
üretilmesi esastır.
Bu bağlamda, dış tehdit oluşturanların bayraklarına sarılarak uyuma gösterilerinin, ruhunu onlara satma beyanlarının hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü onların şartlarını kendilerinin belirledikleri bir yaşama biçime talip olarak, zillet içinde var olmanıza bile tahammül göstermedikleri, doğrudan doğruya
yok olmanızı
arzuladıkları artık gün gibi aşikardır.

Üstelik bu, bugün ortaya çıkmış bir durum da değildir; kalbimizin Beytullah’a bağlandığı ve ayağımızın Diyar-ı Rum’da yer tutmaya başladığı ilk günden beri bu böyledir.

Nitekim, Türkçe ilk basımı geçtiğimiz Haziran, ikinci basımı Ekim ayında yapılan
Trandafir G. Djuvara
’nın
Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913)
adlı kitapda (Çev.: Pulat Tacar, İş Kültür Yayınları) bunun somut bir belgesi hükmündedir.
Djuvara, “Kutsal Toprakların Ele geçirilmesi Projeleri”yle başlatmış kitabını.
Din
, burada anlattığı on bir projenin temel motivasyonu oluşturuyor, çünkü mezhep ve iktidar çatışmalarıyla parçalanmış olan Hıristiyan alemini birleştirebilecek ondan başka bir ortak eğer bulunmuyor.

Ardından, “Osmanlı İmparatoruğu’nun Paylaşılması Projeleri”ni tarih sırasına göre anlatıyor Djuvara.

Bunlardan I. Maximilan’ın 1518 tarihli (17.) projesi, nefret söylemi ve coğrafi yaygınlığı bakımından, adeta bugünkü projelere de bir örnek oluşturuyor.

Alman İmparatorlarından olan I. Maximilan (1459-1519), söz konusu projesinde, “...Türkleri (...) ‘Hıristiyanları perişan eden küstah, güçlü Türk İnsanı’ olarak adlandırıyor, önce parasal sorunları ve ordunun ikmal konularını ele alıyor, Hıristiyanlar arasındaki uyuşmazlıkların askıya alınmasının gerekli olduğunu, Fransa kralının müdahale etmesi icap ettiğini söylüyor; İran’ın desteğinin sağlanmasını tavsiye ediyor, Türklerin saldırılarından sıkıntı çeken başka hükümdarların yardımını bekliyor. Bunların arasında Tunuslular, Faslılar, Libyalılar ve Araplar var.”

Djuvara, proje ile ilgili değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:

“Maximilan, Haçlı seferine çıkacak Hıristiyan hükümdarları sayıyor: Roma-Cermen imparatoru, Portekiz, Fransa, Lehistan, Macar kralları, Bohemya, Silezya, Moravya ve Bavyera prensleri. Bunlara Boğdan ve Eflak voyvodalarının katılmasını istiyor. İskitlerin(?), Moğolların ve Rütenlerin yardımlarının sağlanması gerektiğini de belirtiyor; tüm güçlerin birbirlerini desteklemeleri icap ettiğine değiniyor. Fransa kralı, İtalya, İlirya, Hırvatistan ve Dalmaçya’dan yola çıkacaktır. Bu ülkelerle şimdiye kadar bir sorun olmadığı için yerel halkın desteğini sağlayabileceğini sanmaktadır. Daha sonra hep birlikte Edirne’ye saldıracaklardır.

Ertesi yıl Portekiz kralı, Afrika’yı ve İskenderiye’yi kurtarmış olacak, Yunanistan’ı kat ederek Fransa kralı ve Lehistan kralıyla birleşecektir. Sonra bunlar hep birlikte İstanbul’u kuşatacaklardır. Böylece, Anadolu’nun ve Kutsal Topraklar’ın ele geçirilmesi kolay olacaktır. Fethedilen topraklar, daha sonra Papa ve Kardinaller Meclisi tarafından (eşit biçimde) paylaştırılacaktır.”

Elbette, metin haline getirilip, ilgili taraflarca imzalanan bu proje de öncekileri gibi sonuçsuz kalmış, ancak Kutsal Topraklar’ı merkeze alan yeni projelere zemin oluşturması bakımından da bir sürekliliği pekiştirmiştir.

Bunlardan baktığımızda, o günden bugüne kadar geçen beş yüz seneye rağmen Kudüs’le ilgili bugünkü menfur projeler (ortaya çıkarılışları ve sürdürülüşleri itibariyle) çok tanıdık gelmektedir; yine Mısır, Türkiye ile İran üzerinde oynan son oyunlar, Arap emirlikleri ile Sudi Arabistan’ın, Kudüs (Filistin), İran konusundaki bozgunculukları ve fitneleri, beş yüz sene önceki halleriyle, sadece yeni bir yaş kazanmış olarak sürmektedir.

Bunun için diyoruz ki: dış tehdid gelmişti; gelmeye devam ediyor ve yine gelecek.

Bize düşen, bugün ve yarın da geldiklerinde, her zamanki gibi onlara yine layık olduklarını göstermektir.

Bu manada bilinçsizlik, pasiflik ve yılgınlık gösterenler, zillet ehlindendir.

#Türkiye
#Ortadoğu
#Gelişmişlik
#Proje