Bundan birkaç yıl önce, felsefeci ve şair olarak da bilinen, kimilerince sanat konusunda söz söyleme ehliyetine sahip olduğuna hükmedilen bir gazete yazarı, İslami kesimde entelektüel olmadığını, olmasının da zor olduğunu söyleyerek, muhtevası itibariyle cılız, gürültüsü itibariyle yoğun tartışmalara neden olmuştu.
Zira zikrettiğimiz tespit özü itibariyle doğruydu ancak bu doğru siyasi muhalifliğin popüler beyanı tahtında dile getirlidiği için, zemini –kasıtlı olarak- kaydırılmış bir doğruydu.
Şöyle ki:
Misalli Sözlük’teki karşılığıyla, “Entelektüel: tahsil, görgü sâhibi olan, fikrî meselerle uğraşan kültürlü kimse, aydın, münevver” demektir.
“Fikrî meselerle uğraşmak” felsefe yapmaktır. Kadim zamanlardan beri benimsenmiş tefekkür tarzı olarak felsefe ise , yine Misalli Sözlük’teki karşılığıyla, “Akla, akıl yürütmeye dayanılarak kavramlar düzeyinde ifâde edilen, her aşamasında eleştiriye açık gerçek arayışı; her türlü kabulden ve peşin hükümden uzak, hür bir şekilde konuları inceleyen aklî bilgi disiplin, hikmet”tir.
Bir fikri “kavramlar düzeyinde ifâde etmenin” yegane aracı dildir ve dolayısıyla yukarıda zikrettiğimiz popüler tespitin ilk zemini, felsefe yapmaya / tefekküre ve bunları açık ve seçik bir şekilde beyana mahsus bir dile sahip olunup olunmadığının anlaşılmasıyla kurulmuş olunacaktır.
Maalesef, bizdeki son bir yüzyılın ürünü olan dil problemi, dil inkılapçılığı ile buna koşulsuz karşı çıkış arasında, kültürel değil salt ideolojik bir seçime hasredildiği (veya hapsedildiği) için, hiçbir çözüm arayışına muhatap olmadan, hem tefekkürsüzlüğün methiyesi hem de tefekkürsüzlüğün bahanesi olarak halen yürürlükte bulunmaktır.
Bu manada, dili siyasi iktidar baskısıyla zorla değiştirmenin tefekkürde yarattığı travmayı öncelikli olarak hesaba katan bir tefsiri önemsemediğiniz takdirde, aynı bağlam içinde enetelektüel hayatın sığılığını (entelektüelin yetişmeyişini), kültürel yozluğu, insani ilişkilerdeki kabalığı, toplumsal kutuplaşayı...vb. doğru izah edemesizsiniz. Bundan hasıl edilecek şey ise “filanca kesimden adam çıkmaz” suçlamasının nöbetleşe yapılmasından başka bir şey olmayacaktır ki, o gazete yazarının yaptığı da neticede budur.
Yine de konuyu, salt bir yavuz-hırsız suçlamasıyla, “sen felsefeci olmuşsun ama, ömürünün tümünde Heidegger’in bir forma metinde işlediği felsefeye eş bir felsefe bile yapamamışsın. Entelektüel olarak kendi (dilsel / kavramsal) yetersizliğini, kısırlığını, düşünsel kabızlığını örtmek için, İslamcıları suçlaman reva mıdır” şeklinde bir savunmaya tevdi etmenin hiçbir yararı yoktur.
Zira sorun, Türk toplumun geneline mahsus bir sorundur. Bu manada liberallerin İslamcıları, İslamcıların Kemalist-Solcuları tek yanlı olarak suçlamaları “tencere dibin kara...” söyleyişinin tekrarlanmasından başka bir şeye sebep olmayacaktır.
O halde konunun, ilgili popüler polemiklerin tümüyle dışına çıkılarak, yukarıda zikrettiğimiz “felsefe yapmaya / tefekküre ve bunları açık ve seçik bir şekilde beyana mahsus bir dile sahip olunup olunmadığının anlaşılması” zemininde ele alınması elzemdir.
Bununla ilgili olarak, üzerlerinden fikir yürütebileceğimiz nitelikteki, Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman adlı eserine ait üç ayrı çeviriyi ele alabiliriz.
İlk çeviri Aziz Yardımlı’ya aittir. 2004’te İdea Yayınları arasından kitaplaşan bu çeviri, daha yayımlandığı yıl hevesle okumak istediğim ancak beş on sayfa okuduktan sonra, bu çevirinin çevirisinin de yapılabileceği umuduyla okumaya ara verdiğim bir çeviridir.
Bunun nedeni şudur:
Yunan – Batı felsefesinin Türkiye’ye taşınması konusunda adeta tek kişilik bir ordu gayretiyle çalışan Yardımlı’nın, aynı zamanda ömrünü vakfetmesine değecek aynı inanç ekseninde musir olmasındandır. Diğer bir ifadeyle Yardımlı, Yunan – Batı felsefesini Türkçe’ye kazandırırken, onunla aynı zamanda kendisince bir iman gibi benimsenmiş bir aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı, laikleşmeyi, yerlilikten ve millilikten uzaklamayı esas almış gibidir.
Bundan olmalı ki, dil üzerinden dini / zihniyeti / tefekkürü değiştirmeyi hedefleyen uydurmacı (kabileci) bir dil anlayışına tabi oluşuyla, kendisinde de kelime / kavram uydurma hakkı görerek ve yine bu bağlamda Arapça ve Farsça kelimeler başta gelmek üzere dil kültürü içinde, başka dillerin Türkçeleşmiş kelimelerini de güya çevirerek oluşturmuştur ilgili çevrisini.
Örneğin, Heidegger tefekküründe önemli bir yer işgal eden ve kendi gündelik hayatımızda kendi dilimize ait bir kelime olarak rahatça kullandığımız “vicdan” kavramını, “duyunç” olarak çevirmiştir.
İlle de aslının yerine, uydurukçasının kullanılması gerekiyorsa, vicdan’a karşılık “bulunuç” denilmesi evladır. Zira “vcd”, bulmaktır ve vicdan da olsa olsa “bulunç” olabilir.
Bir tefekkür gayretinin, salt kendi gayretinin zorunlu kıldığı güçlükle başetmek yerine öncelikle vicdan, duyunç ve bulunç farklılaşması içindeki kavramsal / anlamsal yarılmalarla cebelleşmek zorunda kalması, her şeyden önce tefekküre başlayamamayı, ona doğru doğru bir giriş yapamamayı beraberinde getirir.
İzleyen yazımızda bu konuyu işlemeye devam edelim inşallah.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.