Altı Kaval Üstü Şeşhâne

04:009/06/2020, Salı
G: 9/06/2020, Salı
Ömer Lekesiz

Mevcut sanat ortada, kamunun “İşte bu sanattır” diyebileceği ya da en azından, sanattan anladıkları sanılan kişilerin “iyidir” diye tezkiye edebilecekleri eserlerin yokluğu, sanatçıların yönelimlerindeki / üretimlerindeki kafa karışıklığına karine sayılır.Bu hususu, –kimi mahzurlarına rağmen– indirgeme yoluyla şu üç noktada çerçeveleyebiliriz:1-Sanatçılarımız –her şeye rağmen şükürler olsun ki– kendilerini Müslüman olarak nitelemelerine rağmen, İslami bir zihniyetin içinde durarak sanat yapmıyorlar.

Mevcut sanat ortada, kamunun “İşte bu sanattır” diyebileceği ya da en azından, sanattan anladıkları sanılan kişilerin “iyidir” diye tezkiye edebilecekleri eserlerin yokluğu, sanatçıların yönelimlerindeki / üretimlerindeki kafa karışıklığına karine sayılır.

Bu hususu, –kimi mahzurlarına rağmen– indirgeme yoluyla şu üç noktada çerçeveleyebiliriz:

1-Sanatçılarımız –her şeye rağmen şükürler olsun ki– kendilerini Müslüman olarak nitelemelerine rağmen, İslami bir zihniyetin içinde durarak sanat yapmıyorlar. İslami zihniyeti, ibadet vb. amel yönünden temsil ediyorlarsa da, onu sanatın tarlası / kültürel üretim sahası olarak görmüyorlar. Bunun talim-terbiye, tahsil, zihniyet dönüşümü vb. bir çok nedeni vardır ki, bunların müstakil olarak incelenmesi gerekir.

2-Sanatçılarımız, sanatta kemal noktası olarak dayatılan Batı sanatına, yerel bakışla, taleple ve sanat zevkiyle uyuşmadığı için tam olarak teslim olamıyor. Bu da iki yönlü bir sıkıntıyı beraberinde getiriyor: a) Mersinli Şükrü, Türkmen ilinin duygu ve kelime mirasıyla Rilkevâri şiirler yazdığı için, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun diyarında alay konusu olabildiği gibi, Ankaralı bir eleştirmen de –tekrar vurgulamalıyım– Mersinli Şükrü’nün şiirlerini Hölderlin, Blanchot, Eagleton vb. Batılı şair ve nazariyatçıların görüşleri eşliğinden eleştirdiği için ortaya altı kaval üstü şeşhâne bir sonuç çıkmakta.

3-Kimi sanatçılarımız da şuurlu bir tercihle Müslüman olarak nitelenmemek ve kültürel komplekslerini büyüterek, aynı zamanda bir pazar daralmasına tabi olmamak için iki cami arasında kalmış bir beynamaz olarak, aslanla tilki fıkrasındaki avanak gibi dolaşa dururken, bir iki şey üretmekle sanat yaptıklarını zannetmekteler.

Zikrettiğim bu üç hususu tam kapsayamayacaktır belki ama, yeni çıkan bir şiir dergisinin sadece adından hareketle konuyu biraz olsun ete kemiğe büründürmeye çalışayım:

Şiir Versus!

Kardeşim Furkan Çalışkan’ın riyasetinde çıkan bu dergiyi öncelikle tebrik ediyor, bereketli içerikle istikrarlı bir yürüyüş diliyorum.

Dergiyi henüz görmedim ama ele alacağım esasta görmem gerekmiyor zaten.

Yukarıda dediğim gibi beni ilk etapta ismi ilgilendiriyor.

İki kelimeden ibaret olan mezkur isimdeki ilk kelimenin şiir olduğunu biliyoruz: Klasik Arapça’da şiir ilim demektir ve dergiyi çıkaranların bu kelimeyle talip oldukları şeyin kadimliğine ve onun tanımına uygun asilane yönelişlerine bir karine oluşturduğuna hükmetmemiz son derece normaldir.

Peki versus nedir?

Sözlükler bu edatın Türkçe anlamını karşı, aleyhinde, veya... şeklinde vermişler. Bu karşılıktaki “karşı ve aleyhinde” kelimelerine bakarak şiir versus’tan şiir(sel) karşı duruş, muhalefet vb. anlamları çıkarabilirim, ama bunun mantığını izah etmekte güçlük çekeceğim aşikardır.

Kadim zamanda ilim anlamıyla, bilahare klasik şiirin mahiyetine ve işlevine göre dile mesenlik oluşturmasıyla maruf olan şiir, neden karşı’ya geçme, aleyhe dönme... durumuna malzeme edilsin ya da bir edatın kısırlığına feda edilsin ki? Üstelik bu siyasi bir dergi değil, ön ve son tahlilde bir edebiyat dergisi ve onu çıkaranlar da (Merhum Bahattin Yıldız’ın söyleyişiyle) “bizim çocuklar”...

Burada bir fikrî darlığına düşünce Al-Mawrid’e başvurmak geldi aklıma ve onda beni rahatlatacak bir cevaba ulaştığımı farzederek rahatladım. Kelimenin bu sözlükteki karşılığı, mukabil demek.

Kabul kelimesiyle aynı kökten olan mukabil, karşılık duran, karşılık oluşturan anlamıyla bir muhalefeti değil, bir uyumu hatta rızayı işaret etmektedir. Fakat beni tereddüde düşüren şey, dergiye bu ismi layık gören arkadaşlarımın, –gençliklerinin de etkisiyle– “karşı(t)lığa”a daha fazla itibar etmiş olabilecekleridir.

Mezkur ismi örnek verme sebebimize gelince:

Kardeşim İsmail Kılıçarslan’ın, dergiyle ilgili yazısındaki birkaç izleğe göre, her yeni bir dergiyle birlikte “bizim çocuklar”dan, dergiciliğimizdeki aslî silsileyle irtibatlarını belirtmelerini, en azından ima etmelerini ummak teamülümüzdür ki, Sırat-ı Müstakim (1908) / Sebilürreşad ile başlayan bu silsile Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Kayıtlar ve Hece’den İtibar’a ulaşır.

Buna göre şimdi şunu sormam gerekir: Bunlardan hangisi kimliğini ve suretini Batılı bir kelimeyle izah etmeye tenezzül etmiştir ki, şimdi Şiir Versus tenezzül etsin?

Yazımızı yukarıdaki üç esasa göre toparlayacak olursak:

Versus tenezzülüne göre bizim çocuklar’ın seçimi onlardan hangisine denk düşüyor?

Aslına ben üçünden de onları tenzih ediyorum ama ne yazık ki görünen köy kılavuz istemiyor.

#Şiir
#Müstakim
#Çocuk
#Kaval
#Şeşhane