Ahlak ve sanat

04:0017/06/2018, Pazar
G: 17/06/2018, Pazar
Ömer Lekesiz

Ahlak ve sanat ilişkisini, “geleneksel devirlerde bunlar arasında bir ayrım yoktu ama ne yapalım ki modernizm bilimi, ahlakı ve sanatı ayrıştırdı; şimdi bizim bu ayrışmaya uygun davranmamız ve ilgili sorunları söz konusu ayrışmaya göre çözmemiz gerekir” demek, sağcılık zihniyetine teslim olmaktır.Öte yandan, “Batı’da sanat din katına yükseltilerek özerkleştirildiği, buna uygun sanatsal zevkin hepimizi kuşattığı şu devirde, artık biz de ‘Din’i ve Allah’ı işe karıştırmayalım, sanatın hakkını vermeye

Ahlak ve sanat ilişkisini, “geleneksel devirlerde bunlar arasında bir ayrım yoktu ama ne yapalım ki modernizm bilimi, ahlakı ve sanatı ayrıştırdı; şimdi bizim bu ayrışmaya uygun davranmamız ve ilgili sorunları söz konusu ayrışmaya göre çözmemiz gerekir” demek, sağcılık zihniyetine teslim olmaktır.


Öte yandan, “Batı’da sanat din katına yükseltilerek özerkleştirildiği, buna uygun sanatsal zevkin hepimizi kuşattığı şu devirde, artık biz de ‘Din’i ve Allah’ı işe karıştırmayalım, sanatın hakkını vermeye çalışalım” demek de son tahlilde gizli bir laikçiliği benimsemektir.

Bu iki görüşü, durum belirleme anlamında zikrettim; bunlardan birine ya da her ikisine birden taraf olmanın ya da olmamanın hükmünü ise ayrıdır.

Daha doğrusu, bir Müslüman’ın bunlardan yola çıkarak ahlak ve sanat konusunu ele almasının doğru olmadığını düşünüyorum. Böylesi bir tutum, olsa olsa sentezci yaklaşıma yılışmanın bir resmi olabilir.

Bu durumda, modernlik ve mevcut sanat ortamını konunun dışına çekerek, bir Müslüman için ahlak ve sanat ilişkisini, kendi hakikati (kaynakları) ve gerçekliği (pratiği) içinde kavramamız gerekir. Sonra yukarıda zikrettiğim görüşlerle söz konusu kavrayışın farkları üzerinden ahlak ve sanat konusundaki mevcut sorunları (ki, elbette halen bir sorun olduğunu düşünüyorsak) çözme çabasına girişebiliriz.

Adudüddîn el-Îcî’nin (v. 1355) Ahlâk-ı Adudiyye’sinin şârihlerinden Taşköprîzâde Ahmed Efendi, Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi’nde, ahlak ve sanat konusunu şöyle ele almaktadır:

Malın kazanılmasında el-Îcî’nin tarafından, “ticaret ve zanaata” yapılan vurguyu, “Yani bu ikisi en faydalı olandır, zira insanların geçimini temininin merkezinde sadece bunlar değil, dört şey vardır: Ticaret, ziraat, hayvancılık ve zanaat. Ziraat en çok azim isteyen ve karı en az olandır, ticaret ise bunun tam tersidir, hayvancılık ise ikisinin arasındadır. Az olsa bile zanaatla uğraşma daimi bir kâr getirir ve diğerlerinden daha az zarara uğrar” şeklinde yorumlayan Taşköprîzâde, “Meslekler muteber, adi ve orta seviyeli olmak üzere üç tabakadır” diyerek, muteber meslekleri de 1- yöneticilik, vezirlik ve bürokratlık; 2- belagat, yazı, tıp, müneccimlik ve benzerleri gibi edebi ilimler yoluyla seçkinlik (füzelalık), 3- komutanlık ve askerlik olarak yine üçe ayırır.

Burada zanaat kelimesini sanat olarak okumak durumundayız. Çünkü, bugün Batı’dan mülhem olarak kullandığımız anlamda sanat kelimesi 18. Yüzyıl’da şekillenmiştir. Bizim geçmişimizde ise zanaat kelimesi kendi içindeki normal bir derecelenmenin sonucu olarak belirtilen döneme kadar sanat kelimesine bitişik durmuştur. Diğer bir ifadeyle, zanaatın değeri ayakkabı tamirinden, ihtira’ya (örneksiz yaratmaya) kadar kendi içinde derecelenir ve Taşköprîzâde’nin füzela olarak nitelediği ikinci grup ihtira ehline (sanatçıya) isabet eder.

Taşköprîzâde’nin yorumundan hareketle varacağımız yer ise şudur: Zanaat / sanat, ailenin geçimini temin yollarından sadece bir yoldur ve ferdi bir marifet, hüner, yetenek yönünden ancak diğerlerinden farklılık (nisbi bir üstünlük) taşır. O halde sanat, rızık kaygısıyla kaim ve sonuçta başkaları için de fayda üreten bir uğraştan ibarettir.

Bu kavrayış İslam ahlakına mahsustur ki, ancak bu inancın içinde bir karşılık bulur. Modernistlerin, onların etkisindeki sağcıların, gizli ya da açık laikçilerin, İslami zihniyetin kendi içinden bakmadıkları sürece bunu doğru kavramaları mümkün değildir.

Hâl böyleyken, sanat bilim ve ahlaktan ayrı mıdır; sanat sanat için midir, halk için midir; sanat ahlaka uymalı mıdır vb. soruların bir Müslüman’ın nezdinde hiçbir geçerliliği yoktur.

Çünkü, söz konusu kavrayışa göre sanat, öncelikle helal kazancın güzel bir çabayla sağlanması ve bu sayede halka (ki, halka hizmet Hakk’a) hizmet edilmesidir.

Bunun ötesinde, velev ki modern sanatları icra ediyor da olsak, yukarıda da zikrettiğimiz şekliyle zihniyet farkından kaynaklanan olası sorunları artık İslami edep yoluyla aşmaya çalışabiliriz.

Şu örnekle bunu biraz açayım:

Diyelim ki, zihniyetler arasındaki farkı ıskalayarak resim yapıyoruz. Bu durumda bir Nü yapıp yapmamak bizim için, sanatsal özgürlük sorunu değil, insana saygı duyup duymama sorunu olarak öne çıkabilir.

Bunu söylerken ressam Mithat Şen’in, müstehcenliği, insanı örtüsüz olarak resimleme değil, insanın değerini eksiltme sorunu olarak anlamasına yaslanıyorum.

Şundan ki, bizler heykelimiz (kalıbımız) nedeniyle değil, nefsimiz nedeniyle insanız. Nfs / nefs / nefes / nüfus (kimlik kartına aynı zamanda nüfus cüzdanı denildiğini lütfen hatırlayalım) sahibi olmanın bir vasatı vardır. Bu vasatı belirleyen unsurlardan biri hayadır ve haya duygusu imandandır.

Bu durumda öncelik, insanın haya duygusunu korumadadır, sanatın özgürlük gerektirip gerektirmediğini tartışmada değil.

#İslam