Dünya oldukça zor bir sürecin içinden geçiyor. Son gelişmeler pek çok küresel dengenin yeniden kurgulandığı ancak ekonomik dengelerin giderek daha kırılgan hale geldiği bir türbülans sürecine işaret ediyor. Bu bakımdan bu türbülansı anlayabilmek için olayların parçalarına değil tümüne, süreçlerin bir kısmına değil tamamına odaklanmak gerekiyor.
Uzunca bir süreden bu tarafa İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması konusu başta Avrupa olmak üzere tüm dünyanın gündemini işgal ediyor. Avrupa Birliği’nin başat bir küresel belirleyici olma yolunda genişleme süreci devam ederken İngiltere’nin aldığı bu karar aslında 2008 Küresel Finansal Krizi’nin çıktılarından birisi olarak değerlendirilebilir. Zira 2008 Krizi ile beraber daha yüksek sesle tartışılmaya başlanan neo-liberal küresel sistem ve o sistemin krizden çıkış için yazdığı reçetenin pek de işe yaramaması Avrupa Birliği’nin geleceği açısından pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor.
Öte yandan 2008 Krizi ile beraber ciddi anlamda sorun yaşayan Avrupa Birliği’nin kurtuluş reçetesinin en önemli kalemlerinden birisi olarak anlatılan TTIP (Transatlantik Yatırım ve Ticaret Ortaklığı) anlaşmasının bir türlü imzalanamaması ve Trump’ın iktidara gelir gelmez bu görüşmeleri iptal etmesi süreci giderek zorlaştırmıştı. Birlik üyesi olarak İngiltere, Avrupa Birliği’ni giderek daha büyük bir ayak bağı olarak görmeye başladı ve birlik için katlanılan maliyet ile birlik üyesi olmasının ekonomik ve sosyal getirileri arasındaki fark artınca da yoluna kendi başına devam etme kararı aldı.
Başbakan May’in hazırladığı Brexit anlaşmasının İngiltere Parlamentosu tarafından reddedilmesi tartışmaların yeniden alevlenmesine neden oldu. Çünkü İngiltere’nin Avrupa Birliği ile anlaşmasız bir çıkış sürecinin maliyetinin oldukça yüksek olacağı hesaplanıyor.
Her ne kadar çok bilinmese de basit bir açık kaynak araştırması ile görüleceği üzere İngiltere’de Brexit’i canla başla savunan ekip ile Trump’ın seçim kampanyasının önemli aktörleri aynı kişiler. Bu ekibin en önemli ortak özelliklerinden birisi “küreselcilere” karşı olmaları. Trump’ın seçim kampanyası boyunca en çok konuşulan konulardan bir tanesi de küreselcilerle olan mücadelesiydi. Öte yandan Trump, ABD ekonomisinin en büyük zararı küreselci politikalardan gördüğü argümanı ile daha seçilmeden “ekonomik korumacılık” yapacağını ilan etmişti.
Dolayısıyla Trump’ın diğer ülkelerle olan ilişkilerini anlamak için seçim vaadleri ve seçildikten sonraki strateji belgesine eklediği “Ekonomi güvenliği, ulusal güvenliktir.” İfadeleri ile Brexit sürecinin aslında arka planda aynı stratejinin bir eseri olduğunu unutmamak gerekiyor.
Trump’ın Çin ile başlattığı ticaret savaşı, TTIP anlaşmasını rafa kaldırması, başkaca ülkelere uyguladığı yüksek ek vergiler ve ilan ettiği yaptırım kararları bir süreden bu yana küresel ekonomik işleyiş açısından en önemli riskler olarak algılanıyor. Dahası Trump’ın kararları ve bazı açıklamaları neticesinde Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin kullandığı “ekonomik savaş” ifadesi de içinde bulunduğumuz süreci en iyi anlatan kavramlardan birisi. Bu bakımdan dünyaya neo-liberal anlayışı 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan yapılar ile dayatan ABD’nin aykırı başkanı Trump’ın küreselleşmeye savaş açtığı bir dönemde geçtiğimiz yılki Davos Zirvesi’nin açılışında konuşan Komünist Çin’in devlet başkanı Şi Cinping’in küreselleşmeyi överek yere göğe sığdıramaması ekonomik savaşın oldukça uzun bir süre daha devam edeceğinin sinyalini veriyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.