Kestik

04:009/02/2020, Pazar
G: 9/02/2020, Pazar
İsmail Kılıçarslan

“Sağdan giriyorsun kadraja. Elindeki bavulu zor taşıyorsun, unutma. Bir iki adım atıp duruyorsun. Sağına dönüp Kızkulesi’ne doğru bakıyorsun. Sonra bavulu yavaşça yere bırakıyorsun. O sırada kamera dönüp yüzünü bulacak. Gözlerin dolacak. Hüzünlüsün. Bir iki damla yaş göreceğiz. Ardından kamera açılınca bavulu tekrar yüklenip yürümeye devam edeceksin. Anladın mı?”Anlamamıştı. Anlamadığını anlamıştım. Bu “yüzü güzel hocam” diye getirdikleri genç oyuncu kızların genelinde böyle bir sorun oluyordu.

“Sağdan giriyorsun kadraja. Elindeki bavulu zor taşıyorsun, unutma. Bir iki adım atıp duruyorsun. Sağına dönüp Kızkulesi’ne doğru bakıyorsun. Sonra bavulu yavaşça yere bırakıyorsun. O sırada kamera dönüp yüzünü bulacak. Gözlerin dolacak. Hüzünlüsün. Bir iki damla yaş göreceğiz. Ardından kamera açılınca bavulu tekrar yüklenip yürümeye devam edeceksin. Anladın mı?”

Anlamamıştı. Anlamadığını anlamıştım. Bu “yüzü güzel hocam” diye getirdikleri genç oyuncu kızların genelinde böyle bir sorun oluyordu. Ne duygudan anlıyorlardı ne oyunculuk biliyorlardı. Üstelik ana babaları, eşleri dostları bu kızlara sürekli “çok güzelsin prenses, bu güzellikle her şeyi çözersin” dedikleri için mesleklerine saygı duymuyorlar, gerçekten prenses olduklarını düşünüyorlardı.

Kocası yine hapiste makyöz Füsun geldi o ara. Dertlendi: “Hocam, sen ‘hafif makyaj yeter’ dedin ama bu kız rimelinden farına her şeyi istiyor. Hatta bana ‘bilmiyorsan ben kendim yaparım makyajımı’ dedi. Ben bunu yolarım, uyandırayım.”

“Yolma da, ‘hoca öyle istiyormuş’ de” diye cevap verip savdım başımdan.

Talihsiz kızdı bu Füsun. Kocası olacak adama dört yıl baktı içerde. Bütün repolarda Sağmalcılar’ın yolunu tuttu. Geceler boyu ‘içerde üşümesin’ diye yünden, tiftikten kazaklar ördü. Görüş günlerine dolmalar, kurabiyeler, kekler götürdü. Adam içerden çıkınca iki yıl falan işleri yolunda gitti. Kocası otopark işi yapmaya başladı. Bir oğulları oldu. Bu sefer de hop, yaralamadan yaktı infazı herif. 3 yıl yatar aldı yine.

Kızkulesi’nin tam karşısında, elimde çay, aklımda gençliğimin bütün kareleri, makyajın bitmesini, ışığın kurulmasını, kameraların yerleşmesini, trafiğin kesilmesini beklemeye koyuldum.

Yönetmenseniz beklemekle geçerdi hayatınız. Güneşi beklerdiniz, kostümü beklerdiniz, Parliament mavisini beklerdiniz, sanat ekibini beklerdiniz. İşlerin yolunda gitmesini beklerdiniz. Her şeyin bir araya gelip aklınızdaki eşsiz planı çekmenin, çekebilmenin hayalini kurardınız. Hayal kurmak için çok geç olduğunu bilerek hayal kurardınız.

O planı asala çekemezdiniz. Bir faşist değilseniz, sette herkesi zulmünüzle ıhtıran bir diktatör değilseniz mutlaka bir şeyler yolunda gitmezdi ve siz, o planı çekememiş yorgun bir savaşçı olarak dönerdiniz evinize.

Hikâyeniz yorgunluktan ibaret olurdu. Başkalarının hikâyelerini kendi hikâyenize katarak katlanırdı yorgunluğunuz.

“Çekelim mi hocam?” geldi yönetmen yardımcısından.

Kamera kayda girdi. Oyuncu kıza komut verdim. Elindeki bavulun ağır olduğunu unutarak girdi kadraja. Bir iki adım atmak yerine dört beş adım atarak kamerayı zor durumda bıraktı. Yönetmen yardımcısı “keselim mi hocam?” diye sordu. Elimle beklettim onu. Kızın duygusunu görmek istedim. Oyuncu kız, son derece eğreti hareketlerle bavulu yere bırakıp bir robotmuş gibi döndü Kızkulesi’ne. Gözünde bir dolma anı aradı kamera. Boşuna tabii. Değil en küçük bir dolma anı, küçücük bir hüzün bile yakalayamadı. O noktada kestim.

Güzel, çok güzel bir plan olsun istiyordum bu. Çünkü benim kusursuz planımdı. Hayatımın planıydı. Benim sefil hayatımın en sefalet dolu anlarından birini kayda geçirmek istiyordum.

Oyuncunun yanına gittim. “Bana bak” diyerek girdim konuşmaya, “bu kızın, şehirde kalması için son şansıydı o çocuk. Sabah buluşmaya gelseydi birlikte bir hayatları olacaktı. Kız memleketine dönmek yerine o çocukla bir hayat kuracaktı kendisine. Fakat çocuğu gece paketledi polisler. Şimdi siyasi şubede elektrik veriyorlar. Fakat kızın bundan haberi yok. Çocuk kendisine âşık değil zannediyor. Yıkılmış durumda. Şimdi oraya git ve ağla. Anladın mı beni?”

Prensesliği yerle bir olmuş oyuncu kızı hüngür hüngür ağlarken bırakıp set elemanlarına döndüm sonra: “Siz de şu bavula ışık ağırlığı falan bir şeyler doldurun.”

Olmadı yine de. Oyuncu kız yine başaramadı. Kamerada işler istediğim gibi gitmedi. Işığı tutturamadık.

Yönetmen yardımcıma dönüp “parçalı çekelim iyisi mi? Hem hayatıma daha çok benzer” dedim. Orada, tam Kızkulesi’nin karşısında, her şeyin başladığı yerde işi bırakmaya karar verdim.

#Kızkulesi
#Kadraj
#Kamera