Misale nereden başlayayım. Şuradan: Diyorum ki “abi, seni sever, bir noktaya kadar da önemserim. Ama ‘dindar ailelerin çocukları’ diye bir denek grubu tanımlayıp, dindar ailelerin çocuklarını kobaylaştırmaya kalkarsan, son derece komik tespitlerle sosyoloji ilminin anasını ağlatırsan eleştiri hakkımı da kullanırım, dalga geçme hakkımı da.” Zira aradaki hukuk başkadır, yaptığının tuhaf, çok tuhaf olduğunu düşünmem başka. Lafa söze geldi mi “Türkiye’de insanlar birbirini eleştirmeye korkuyorlar”, icraata geldi mi “ama böyle yapma.” Ört ki ölek abim.
Yahu bir kere, “dindar ailelerin çocukları”, başörtülü iki kız bulup “özgürlüklerimiz kısıtlanıyor tamam mı” dedirterek kümeleştirebileceğin bir şey değil ki. Niye yapıyorsun bunu? İyi niyetle yapıyorsan bil ki buradan bakınca iyi niyetini gördüğümüz bir şey yok ortada. Sen bu çocukların üzerinde “hilaf-ı hakikat” ile tepinirsen ben de eleştirir, dalgamı geçer, iğnelerim. Pandemi yüzünden dindar ailelerin kızları başka şehre üniversiteye gidemiyormuş da özgürlüklerini doyasıya yaşayamıyorlarmış. Koca ve boş bir laf kümesi yani. Ben de üç tane “seküler aile kızı” bulayım madem de misal Eskişehir’de üniversite için bulunmadıklarını, alkol-uyuşturucu-serbest cinsellik için Eskişehir’i tercih ettiklerini ispat edivereyim. Ne kadar terbiyesizce, ne kadar itham edici, ne kadar yaralayıcı değil mi? Yüzbinlerce seküler aileyi derinden üzecek bir şey. Muhayyel bir “baskıcı dindar aileler kümesi” yaratmak için milyon tane insanı yaralamanın manası nedir? Anlasana… Bu yaralayıcı tavırla mücadele etmenin yolu dalga geçmek… “Dindar ailelerin çocukları yatsı namazına diye çıkıp halı sahaya gidiyorlarmış” capsi yapmayak da ne yapak? Kendimizi mi pıçaklayak? (Bu arada, Allah affetsin, bir dindar aile çocuğu olarak teravihe diye çıkıp okey oynamışlığım vardır. Abov. Ne sosyolojik tespitler çıkar buradan be…)
Hadi bir başka yerden devam edeyim “ben senin var ya lafınla şekil alamam” bahsine.
Çok uzaktan bir eleştiri yaparak diyor ki Amerikalarda-Avrupalarda koca koca okullarda okumuş, apoletleri kalabalık, ama ne hikmetse herkesin fellik fellik kendisinden kaçtığı bir büyüğümüz: “Efendim, Kızıl Elma idealini eleştirenin Türklükle bir sorunu olduğu gibi İslam’la da ilgili bir sorunu vardır.”
Değerli büyüğüm. Bendeniz “Kızıl Elma ideali”ni 11 yaşında, Ömer Seyfettin’in hikâyesini okuyarak edinmiştim. Yine o yaşlarda öğrendiğim Osman Gazi’nin “bizim davamız kuru cihangirlik davası değildir” sözüyle de bitiştirmiştim zihnimde Kızıl Elma idealini. Dolayısıyla Kızıl Elma idealiyle bir sorunum yok. O idealin “İslam’ın içinde bir ideal” olduğunu 11 yaşımdan beri biliyorum. Sadece, “Kızıl Elma idealinin araçsallaştırılması”nı biraz kekre buluyorum, o kadar. Bak çok da değil ha, “biraz.”
Gerçi öyle bir “atmosfer” arzu ediyorsunuz ki değerli büyüğüm, en küçük bir farklı düşünüş, en küçük bir “ben buna katılmıyorum” cümlesi boğulup gitsin istiyorsunuz. Elinizde bir “ihanet ölçer” var anladığım kadarıyla. İnsanların yazdığı en küçük cümleyi, en basit tweeti bekleyip “aha da ihanet etti davaya görüyon mu?” demek için alesta bekliyorsunuz.
Bak şunu da yaz “ihanet belirtileri liste”ne. Ayasofya’nın ibadete açılmasını nasıl canımla-kanımla desteklediysem Kariye Müzesi’nin camiye çevrilmesine de öylece karşıyım. Bu da beni “davaya ihanet eden adam” yapar mı acaba? Bence yapar, yapmalı.
Allah’tan dava sizden büyük de değerli büyüğüm, hem itiraz hakkımızı saklı tutmayı başarabiliyoruz hem de davaya sıkı sıkıya bağlı kalmayı.
Fakat sevgili büyüğüm, izninizle şu kadarını da söyleyeyim. Arzu ettiğiniz atmosfer iyi bir atmosfer değil. Öyle bir atmosfere gönül indirecek olsaydım benim de omzumu kalabalık apoletler süsler, kartvizitim şekilli, cüzdanım da epeyce dolu olabilirdi. Fakat değerli büyüğüm, sözümü bağımsızca, özgürce, dilediğim gibi söyleyebilmeyi çok, ama aşırı çok önemsediğim için böyle biriyim ben. Haytanın, haylazın, sözünü esirgemezin biriyim. Davaya ihanet etmek, “gidebilecek başka hiçbir yeri olmayan” senin gibi değerli büyüklerimizin belirleyebileceği bir şey değildir. “Gitmemeyi bir ahlaki ödev, bir varoluş biçimi” bilen insanların bile belirleyebileceği bir şey değildir. Zira “dava” dediğin “Anadolu kıtası büyüklüğünde” bir taştır ve sen-ben dâhil kimsenin haddine değildir o taşın genetiği ile oynamaya kalkışmak.
Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl’dan, Osman Yüksel Serdengeçti’den, Necmettin Erbakan’dan, İsmet Özel’den, Metin Yüksel’den, Sadık Albayrak’dan, Recep Tayyip Erdoğan’dan tevarüs ettiğimiz davanın zangocu sen kaldıysan, değerli büyüğüm, vay ki bizim halimize.
Dolayısıyla: “Ben senin var ya, lafınla şekil alamam.”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.