Şiddet ile inayet arasında

04:0012/09/2018, Çarşamba
G: 12/09/2018, Çarşamba
İbrahim Tenekeci

Birçok yakın olayda ve son olarak Tahran Zirvesi’nde kesin bir biçimde şunu gördük: Türkiye, insaniyet demektir.Şiddet ile inayet arasında sıkı bir mücadele yaşanıyor. Şiddet bahsine bir şerh düşelim ki anlam tamamlansın. “Kötülük, şiddetin kaynağıdır.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, sayfa 199.)Türkiye, Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkını ve rejimin demokratik yollarla değiştirilmesini savunuyor. Yani seçimle. Makul ve makbul olan budur. Fakat şu hakikati unutuyor gibiyiz: İdlib hariç,

Birçok yakın olayda ve son olarak Tahran Zirvesi’nde kesin bir biçimde şunu gördük: Türkiye, insaniyet demektir.



Şiddet ile inayet arasında sıkı bir mücadele yaşanıyor. Şiddet bahsine bir şerh düşelim ki anlam tamamlansın. “Kötülük, şiddetin kaynağıdır.” (İbrahim Kalın, Akıl ve Erdem, sayfa 199.)

Türkiye, Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkını ve rejimin demokratik yollarla değiştirilmesini savunuyor. Yani seçimle. Makul ve makbul olan budur. Fakat şu hakikati unutuyor gibiyiz: İdlib hariç, Suriye’nin nüfus yapısı sistematik bir şekilde değiştirildi ve tek tip hale getirildi. Giden yahut gönderilenlerin kaç tanesi oy vermek için geri dönebilir?

Sadece bununla da kalmıyorlar. Devlet terörünün en şedit temsilcileri, kurtuluş kavgası veren milli gruplara bile terörist yaftası yapıştırabiliyor. Böyle bir çağda yaşıyoruz.

Ülkemiz bütün dikkatiyle İdlib meselesine yoğunlaşmışken, başka bir tehlikenin bizi beklediğini söylemeliyiz.

Suriye’deki mevcut durum haritasına bakıldığında, ABD destekli ayrı bir devletleşme çabasının artık olgunlaştığı ve sürdürülebilir sınırlara ulaştığı görülüyor. Bakınız: Fırat nehri.

Suriye topraklarının üçte biri, vatanımızın bütünlüğünü tehdit eden bir terör örgütünün işgaline ve insafına terk edildi. Nüfusla orantısız, tarihe aykırı ve coğrafyaya uygun olmayacak şekilde.

Benzer etnik temizlik oralarda da yapıldı, yapılıyor. Tam da şu zamanlarda, o bölgeden bir bağımsızlık kararı çıkabilir.

Ülkemizi çetin günlerin, yöneticilerimizi zorlu kararların beklediğini belirtmeliyiz. Tek derdimiz keşke ekonomi olsa.

Bölücü terörle mücadelemizin otuz beşinci yılındayız. Kuzey Irak’ta Avaşin Basyan, Haftanin, Hakurk, Metina, Zap, Kandil diye sıralanan terör kampları sürekli bombalanıyor. Sınır ötesi kara harekâtları düzenleniyor. Fakat nihai adım atılamadığı için her seferinde tekrar başa dönüyor ve sıfırdan başlıyoruz.

Suriye’deki son gelişmeler bize şunu söylüyor: Devletimiz kararlılık gösteremez ve gerekli adımları atamazsa, geleceğimiz ipotek altına alınacaktır.

Sadece yaptığımız değil, yapmadığımız işlerden de sorumluyuz. Böyle bir dengenin içindeyiz.

***

Batı dünyası, ‘önleyici saldırı’ adı altında sayısız masumu katletti. Kendi insanının bile inanmakta zorlanacağı mezalimlere imza attı. Önyargılı ve hastalıklı bir zihinle niyet okuması yaptı. Sonuç ortada.

Türkiye, elbette merhametin yurdudur. Bütün mazlumlara, darda kalanlara kapısı açık olandır. Türkiye, gelemeyene gidendir.

Şimdi İdlib şehrinden gelecek yeni göç dalgasına hazırlık yapıyoruz. Gelenlere “muhacir” diyoruz.

Muhacir, mülteci, sığınmacı, göçmen… Herkes kendi anlam ve inanç dünyasının kelimeleriyle konuşur. Bu normaldir.

Suriye konusunda artık son aşamadayız. Yaşananlar resmiyete dökülmek üzere. Bir devrin adı konuluyor.

Yaklaşıyor yaklaşmakta olan. Çadır kurmakla, gözlem noktaları oluşturmakla ve barış çağrıları yapmakla savuşturabileceğimiz bir vaziyet değil bu.

Fırat Kalkanı Harekâtı’nın dile dahi gelmediği zamanlarda, ülkemizin Suriye’nin kuzeyine mutlaka müdahale etmesi gerektiğini bu köşede yazmıştık. Oradan seslenelim: İstikbalimiz için cesur adımlar, kararlı hamleler ve ilâve tedbirler şarttır. Bu, İslâm dünyasının da iyiliğine olacaktır.

#Suriye
#İdlib