"İrade” konusunda her fırsatta konuşmalıyız. “Hayatın Anlamı Var Mı?” kitabımızda söylediklerimizden de yardım alarak birlikte düşünelim.
Varlığımızın bir bölümü biyolojik; bu yanımızla, yani bedenimizle tabiatın bir parçasıyız. Tamamen tabiat kanunlarına tabiyiz. Ama varlığımızın diğer bölümü ruhsal. Bu ruhsallığın adı, irade… İrademiz, bedenimiz gibi değil hür ve onun sayesinde biz de hürüz. Ne ki unutmamalı: Âlemin büyük deveranı, külli irade karşısında, şahsi irademizin hükmü, kelebeğin kanat çırpması mesabesinde… Bunu zihnimize kazıyarak devam edelim.
Hürriyet, insanı diğer varlıklardan ayıran en temel hususiyet. Bakmayın siz hürriyeti anlatmak için hep kuşların, diğer canlıların örnek verildiğine. En uzaklara uçabilen kuşlar bile bir biyolojik program gereği bunu yapabiliyor, “bu yıl oraya değil de şuraya gideceğim, biraz da şöyle yapmayı deneyeceğim” diye seçme özgürlüğüne sahip değiller. Evet, irademiz bizi hür kılan; diğer özelliklerimiz, aklımız hep onun hizmetinde. Nefsimizin yaratılış mimarisinde seçimlerimizin serbest olduğu bir alan var. Yukarılara, insanlaşmaya, ahlaki olgunlaşmaya doğru gidebiliriz. Tercihlerimiz, kararlarımız bizi, aşağıların aşağısına, esfele safilin çukuruna da yönlendirebilir.
Ah gören gözler görüyor, yaşadıklarımız her gün ispatlıyor, aramızdaki salihler müstesna, çoğumuz tercihlerimiz noktasında hüsrandayız. İnsanın zalimliğinin neticeleri, her daim dört bir yandan duyuluyor. Vahşetimizden göz gözü görmüyor. “Bunu yapanlar insan olamaz!” nidaları tüm yeryüzü coğrafyasında yankılanıyor. Tarih boyunca, beşer görünümünde, kin ve nefret dolu iradeler, diğerlerini yok etmek için uğraşıp duruyor. Kelebeğe benzettiğimiz irade, çoğu zaman alev fışkıran ağzıyla insanları, değerleri yutan vahşi bir canavardan başka bir şey değil…
Kendimizi anlayabilmek, varlıkların en şereflisi olmanın haysiyetini kavrayarak hayat yürüyüşümüzü sürdürebilmek için hür iradenin bize yüklediği sorumlulukları, dağların üstlenmediği emanetin ne olduğunu kavramak durumundayız.
İrade yerine bazen akraba kavramlar kullanıyoruz. “Bilinç” diyoruz, mesela. Bilim devreye giriyor. “Uyanık olmak ve etrafta olan bitenleri fark etmek, bilinçli olmak için yeterli mi? İnsanın farkındalığı, diğer canlılarınkinden değişik midir? Tüm davranışlarımız bilinçli midir yoksa birçoğunu otomatiğe bağlamış bir halde mi yaparız? İnsanın kendisini bilmesi ne demektir ve kendisi hakkında neyi, ne kadar bilebilir?” Benzer soruları, sordukça soruyoruz.
Bilimsel tecessüs de insanın en mühim hasletlerinden. Elbette hiçbir sakıncası yok bu soruların. Ama hür irade sahibi bir varlık olmanın sorumluklarını, yükümlülüklerini hatırımızdan çıkarmamak, bilimi gösterip onları sumen altı etmemek şartıyla. İnsanın bilme ve anlama yetisi üzerine ne söylersek söyleyelim, “kendi bilincinin bilincinde olan yegâne varlık” değişmeyeceği gerçeğini sıkı kavramak zorundayız…
İrade ile bilinç asla aynı anlama gelmiyor, özdeş değiller ama akraba oldukları, biri olmadan diğerinin olmasının imkânsızlığı doğru. İrade ile insana özgü yüksek bilinçli bir hali kast ediyoruz. Hayvanlar algılayan, fark eden ama en nihayetinde iradeleriyle değil biyolojik programları gereği eyleyen varlıklar; insan onlardan kategorik olarak temelden farklı. Hem kendisi, yapıp etmeleri, eyleminin sonuçları üzerine düşünebiliyor hem de gelecek için planlar, tasarılar ileri sürüyor ve iradesiyle onları gerçekleştirebilmek için hamle yapıyor. En rutin, en başkalarının dediğini yapan eyleyiş tarzlarında bile böyle bir hamle şart… Hipnoz mümkün ama hipnotik şartlarda bile alttan alta kişinin iradesi ben buradayım diyor.
Bilinç deyince tabii bir de hemen akla onun karşıtı yani “bilinçdışı” geliyor. Her şeyin idraki, açık bilinçle, akılla imkân dâhilinde olmayabilir deniyor. Bazen neyi, niye yaptığımızı kendimizin bile izah edemediğimiz, acayip bulduğumuz hallerin içinde bulunmamız… Anılarımızın sadece bir kısmını, o da sadece bazı zamanlar hatırlayabilmemiz… Unutma ve hatırlamalarımızın, hiçbir şekilde bizim elimizde olmaması… Özlemlerimizin, umutlarımızın göz kırpmalarıyla gördüklerimizin hep iç içe girmesi… Şaşırtıcı sezgilerimiz… Dahası hayal kurup rüya görme becerisini haiz olmamız… Tüm bunlar nedeniyle zihin kapasitemiz yalnızca bilinçli faaliyetlerle sınırlanamaz. Aklı aşan, bilincimizle kavrayamadığımız, mantık ilkelerinin geçerli olmadığı “bilinçdışı” da var.
Bugüne kadar genellikle bilinçdışına inananlar iradeye, iradeye inananlar bilinçdışına pek yüz vermediler. Bana göre irade de var bilinçdışı da; aydınlık da var karanlık da; hem de aynı anda aynı nefste. İrade, iç dünyamızın akışını yönetebilmek, dış dünyayla uygun hale getirmek için de lazım…