|
Var git ölüm

“Ağızların tadını kaçıranı çokça hatırlayın” diyor Efendimiz. “Ağızların tadını kaçıran”, yani ölüm.

İnanan için vuslattır ölüm, yeni bir başlangıçtır, “düğün günüdür”, Hakk’a kavuşmak, Rahman’a yürümek, Hay’dan Hû’ya gitmek, öze, toprağa dönmek, misafirlikten çıkmak, fanilikten kurtulmak, dünya sürgününü tamamlamak, asude bir bahar ülkesine yerleşmektir.

İnanmayan için ise bitiş, tükeniş, son, çürüyüş, yok oluştur; yine de şüphedir, tereddüttür, belirsizliktir.

İster inansın ister inanmasın, insan için ölüm tatsızdır. Mahiyeti bilinmez yolculuktur. Dünya nimetlerinden, maldan, mülkten, dünyevi zevklerden, güvenli alandan, alışkanlıklardan kopuştur. Korkutur, çünkü ölüm hesaba, mahkeme-i kübraya açılan kapıdır. Bir meşakkatli yolculuktur. “Ölümden ne korkarsın / Çünkü Hakk’a yararsın / Belki ebedi varsın / Ölmek fasit işidir” dese de Derviş Yunus, “Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” dese de Necip Fazıl, “Ölüm: Ebedi diriliş” dese de Sezai Karakoç, geride kalan için hazindir ölüm.

İnsanoğlu ölümsüzlüğün sırrını aradı durdu. Lokman Hekim iksiri suya düşürmese ya da eline yazdığı formül yağmurla silinmese, ölümsüz olur muydu insan? Olmazdı. Ölüm var ki hayat var. Gılgamış’ın öldüğünü, Deli Dumrul’un ölmemek için çırpındığını, Karacaoğlan’ın “Var git ölüm” duasının tutmadığını, dünyanın Sultan Süleyman’a dahi kalmadığını gören insan umudunu kesti ölümsüzlükten. Kesti ki yaşamaya başladı o an.

Modern insanın bilimi de çare bulamadı ölüme; hatta ölümü açıklayamadı bile. Çaresizlik ve cevapsızlık modern insanı ölümü unutmaya, unutturmaya sevk etti. “Hiç ölmeyecek gibi yaşamak” duygusunu yerleştirdi insana. Ölümü öteledi modern insan, kendinden uzaklaştırdı. Kapının, sokağın, şehrin dışına itti ölümü. Ölümü kendisine değil, başkasına yakıştırdı. Başkalarının ölümü, İsmet Özel’in deyimiyle, “en gizli mesleği” oldu insanın; “ölüm, gündelik sözlerimiz arasında geçecek kadar kaba”. Ölümsüzlüğe çare bulamayınca, hayatı uzatmaya adadı kendisini modern insan. İlaçlar, vitaminler, diyetler, kaloriler, spor, sınırsız eğlence, sınırsız alışveriş yeni ritüeli oldu insanın; spor salonları, avm’ler yeni mabetler.

Modern insanın ölüm korkusu geldi, Müslüman’ın da hayatını zehirledi. Mezarlıklar artık evlerin bahçesinde, sokakların köşesinde değil, şehrin dışında. Mezar: Ne kadar kutsal, o kadar uzak artık. Yahya Kemal’in deyimiyle “Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü”. Müslüman için de başkalarının ölümü haberdeki bir satıra, istatistik tablosundaki bir rakama dönüştü. Ölüm hayatın içinden çıktı, hayatı bitirerek…

Bir Gazzeli için nedir ölüm? Bir Gazzelinin ölümü bizim için artık nedir? Ölüm de uzak, ölen de. Öyleyse sorun yok.

O kadar ki, bize yılda bir ölümü hatırlatan, ölümü hissettiren kurbanı bile uzaklaştırdık hayatımızdan. Kurban, “yaklaşmak” oysa. Yaradan’a yaklaşmak, ölüme yaklaşmak, özüne, aslına, hakikate yaklaşmak. Uzak diyarlara gönderdik kurbanı, iban hesaplarına yatırıp parayı, ölümün ensemizdeki nefesini güya uzaklaştırdık. Ne bıçak var artık, ne kan. Bıçak boğaza değince çıkan o derin nefesi görerek, duyarak hayat bulmak yok artık. Kurban uzaklaştıkça, ölüm duygusu yani yaşamak, yani merhamet, yani vicdan uzaklaşıyor sokağımızdan. Ölümü hatırlama zahmeti gidiyor, “travma” uydurması hakikati boğuyor. Kurbanın kanını akıtışını, nefesini verişini, teslimiyetini ıskaladıkça hayatın değeri de düşüyor. O zaman kurban uzakta kesiliyor, o zaman işte Gazzeli bizden çok ama çok uzakta, öyle sessiz, öyle yalnız, öyle kimsesiz, öyle mahzun ölüp gidiyor.

Müslüman da ölümden korkuyor artık. Ne büyük tezat! Korkmasa, Kâbe-i Muazzama’nın yolunun Mescid-i Aksa’dan geçtiğini kabullenirdi; milyonlarca Müslüman, o zaman, Arafat’tan çıkıp, Kâbe’ye, Mescid-i Aksa üzerinden varırdı.

Hz. İbrahim İsmail’i kurban edecekti, Rabbimiz ona bir kurban gönderdi. Kurban hayatımızdan çıkınca, Gazze’de, İslam topraklarında İsmailler kurban edilir oldu. Sen kurbandan uzaklaşırsan, bir İsmail ölür elbet.

Kurban Bayramınız mübarek olsun. Rabbim nice bayramlara eriştirsin.

#İslam
#Kurban
#Aktüel
#Aydın Ünal
3 ay önce
Var git ölüm
Esir Şehirlerin eserleri
Bu mel’un amacı nasıl engelleriz
İki dağ arasında
Enflasyonun sosyolojisi
Demokrasi mi piyasaları bozuyor, piyasalar mı demokrasiyi?