Bilim ve düşünce insanlarının sıklıkla kullandığı bir yöntemi takip ederek bir düşünce deneyi gerçekleştirelim. Borç para vermek işiniz olsaydı nasıl hareket ederdiniz? Kimlere borç verir, kimlere borç vermekten uzak dururdunuz? Şüphesiz, borç talep edenlerin düzenli gelir miktarına, borçlarına sadakat siciline, kefillerine, harcama seviyesine ve alışkanlıklarına, maddî varlık (arsa, ev, araba, eşya vs.) stokuna bakardınız. Bu hususlarda ölçütlerinizi karşılamayacak kimselere borç vermekten kaçınırdınız. Diyelim ki, borç verdiğiniz kişi sonradan şu veya bu sebeple borçlarını ödeyemez duruma düştü. O zaman ne yapardınız? Burada iki ihtimal söz konusu: İlkinde kişi hem borcunu ödeyemeyecek hâlde hem de ödemeye isteksiz olabilir. O zaman ya işliyorsa yargıya gider ya da ister istemez paranızı olağan dışı yollarla bizzat tahsil etmeye kalkarsınız. İkinci durumda kişi borcunu ödemeye istekli olabilir ama bunu yapmaya o an için gücü yetmeyebilir. O zaman, yeni bir ödeme planı geliştirmeye çalışırsınız. Borçlunun daha dikkatli olmasını, kazancını artıracak, harcamalarını azaltacak tedbirler almasını tavsiye edersiniz. Kişi bu taleplerinizi/tavsiyelerinizi şu veya bu derecede kabul ederse onun iyi niyetli olduğuna kanaat getirir ve problemi çözmek için çaba sarf edersiniz. Reddederse yine ya yargıya gider ya da başka yolları denersiniz.
Hükümetlerden hükümetlere ve uluslararası finans kuruluşlarından hükümetlere yönelik borç trafiği de üç aşağı beş yukarı aynı kurallara tâbidir. Şüphe yok ki, devletler borçlanmak ve borç ödemek bakımından özel bireylere ve firmalara nazaran bazı avantajlara sahiptir. Özellikle emisyonla oynayarak, yeni vergiler salıp mevcut vergileri artırarak borçlarını ödemeye çalışabilirler. Ancak, bu yollar dış borç vericilere karşı iç borç vericilere karşı olduğu kadar iyi ve etkili işlemez. Örneğin, iç borçların üstüne nispeten kolayca yatabilir, ama aynı şeyi dış borçlara yapamazsınız. Yaparsanız istikbaldeki durumunuzu daha da zorlaştırırsınız, uluslararası piyasalarda ya hiç kredi bulamaz ya da çok daha yüksek maliyetlerle bulabilirsiniz
Yunanistan'ın içinde bulunduğu durum yukarda özetlenen çerçeve içinde daha kolay anlaşılabilir. Yer sıkıntısı dolayısıyla ele almadığım diğer unsurlar işin özünü değiştirmez. Mesele şu: Yunanistan AB üyesi olduktan sonra parası olmadan hovardaca bir hayat yaşayan insanlar gibi davrandı. Kendine ait olmayan paraları savurdu. Zaten tembelliğe meyilli olan Yunan halkı böylece iyice uyuştu. Tembelliği ve verimsizliği teşvik eden en büyük müşevvik AB'den alınan borçlar ve hibelerdi. Hükümetler bu paraları verimsiz ve geri dönüşü olmayan alanlarda müsrifçe harcadı. Ancak, bu sürdürülemez bir durumdu ve alınan borçların eninde sonunda ödenmesi gerekirdi. Yunan devleti öyle bir borç batağına girdi ki, Yunan ekonomisinin çapı da, Yunan halkının iş ve yaşama alışkanlıkları da, Yunan ekonomisinin üretkenliği de bu borcu vaat edilen veya makul bir süre içinde geri ödemeye yetmezdi. Sonunda alacaklılar kapıya dayandı. Syriza hükümeti anlaşmalarla borç ödemelerini yeniden yapılandırma yoluna gitmekten çok borçların hiç olmazsa bir kısmını sildirmeye, geri kalanlarını ödemeyi de meçhul sayılacak bir geleceğe ertelemeye çalıştı. Ancak, yukardaki düşünce deneyinde olduğu gibi, alacaklıların bunu kabul etmesi ve güven tazelemesi için ekonomideki açık deliklerinin küçültülmesini talep etmesi gerekmekteydi. AB ve IMF Yunanistan ile müzakerelerde bu talepleri masaya koydu. Politikacılar onları kabule yanaşmadı. Böyle olunca bir gerilim doğdu. Syriza hükümeti kemer sıkma tedbirleri olarak adlandırılan talepleri referanduma götürdü ve seçmenlerin hayır demesi için kampanya yürüttü. İstediği oldu, Yunan halkı, meseleyi bir ekonomik rasyonalite ve disiplin meselesi yerine bir bağımsızlık meselesi olarak gördü ve reaksiyon gösterdi. Hatta kimisi bunu emperyalizm ve kapitalizm canavarıyla(!) mücadele olarak gördü.
Kreditörler Yunanistan'dan ne istedi? Birkaçını sayayım: KDV oranının %23'e yükseltilmesi, kurumlar vergisinin %26'dan %28'e çıkartılması, televizyon reklamlarına vergi, lüks araç vergilerinin genişletilmesi, emekli ödemelerinde kesintiye gidilmesi, erken emekliliğin teşvik edilmemesi, işgücü piyasası reformu, gelecek iki yılda %2'ye ulaşan faiz dışı bütçe fazlası…
Liberal dünya görüşüne sahip biri olarak vergi artışlarına sempati duymam mümkün değil. Ne var ki, bu artış talepleri Yunanlıların savurganca yaptığı kaynaksız harcamaların bir sonucu, yani sorumlu olan Yunanistan halkı ve hükümetleri. AB istese de istemese de kamu harcamalarını azaltmak ve kamu gelirlerini artırmak için buna benzer bir yola girmek zorunda kalacaklar. Emeklilik sisteminin sağlıklı işlemesi de aktüeryal dengeye bağlı. Emekli maaşı ödenen kişi başına çalışan prim ödeyen sayısı azalıyorsa, emeklilik yaşını yükseltmek kaçınılmaz. Bunu Yunanistan hükümetlerinin zaten daha önceden düşünmüş olması gerekirdi.
Yunanistan'daki durumla ilgili komik bir nokta da hem oradaki hem buradaki solcuların Syriza'yı devrim yapıyor zannedip havaya girmeleri. Bu kimseler ekonomik hayatın kurallarından ve işleyişinden habersiz. Onları birilerinin kaprisinin veya kötü niyetinin eseri zannediyor. Miting düzenleyerek ve referandum yaparak ekonomiye doğru yön verilebilseydi, dünyanın her ülkesi 100 bin dolar kişi başına gelire ulaşır, refah içinde yüzerdi. Bu solcu arkadaşların Ekonomi 101 dersini almaları lâzım diyeceğim ama daha evvel alanlar ekonomiden anlamadığına göre şimdiden sonra alacaklar da anlamayacaktır. En iyisi, biz kaynakları boşu boşuna heba etmeyelim. Kim hangi hayal dünyasında gezinmek istiyorsa buyursun gezinsin.