Ayrıca Osmanlı içerideki halkını da geçmişteki Bâtınî kalkışmalardan korumak maksadıyla Fütüvvet müessesinin bir devamı olan Ahîlik’le –pîrler, şeyhler ve ustalar aracılığıyla– kontrolü elinde tutmuştur.
Ancak bu nihayet, merkez-tarikat ilişkisinin bozulmaya başlamasından ibaret değildir; Osmanlı’nın Batı yürüyüşünü sekteye uğratma, ekonomik ve sosyal düzenin normal gidişatını bozma maksatlıdır. Şöyle ki,
“I. Selim’in büyük seferlere girişmesi de çiftbozanların –levendlerin ve vilâyetlerde oturan askerlerin– yarattıkları bunalımı giderici bir tedbir olamamıştı. Çünkü ne Doğu Anadolu ve İran ne de Arap ülkeleri birer ganimet toplama alanları değillerdi. Üstelik, artık işsiz-güçsüz insanlar o kadar artmıştı ki, onların hepsini ganimet seferleri doyuramazdı. Nitekim İran’a ve arkasından Suriye ile Mısır’a açılan seferlere karşı askerlerin ne kadar isteksiz oldukları, yapılan yoklamalarda pek çok seferlinin orduya katılmamış bulunduklarının tesbit olunmasıyla açığa çıkmıştı. Köyünü terk edip, şuraya buraya dağılan çiftbozanlar, başka bir deyimle, ya bir paşanın kapısında iş bulmaya, ya da devletten timar dirliği, kale erenliği, hattâ kapıkulluğu gibi bir geçim hizmeti ele geçirmeye çalışan ‘levendler’ bu iş kapılarının ihtiyaçlarından çok fazla sayıda türemeye başladıkları için, İstanbul, Bursa, Edirne gibi büyük şehirleri de kapsayan Marmara çevresinde toplumsal düzene karşı tehlikeli çiftbozan birikintileri yaratmışlardı ki, bu sözü geçen bölgenin yönetim düzenliği incelenirken, bu gerçek açıkça önümüze çıkar. Hele 1550’den itibaren çiftbozanlık, yalnız asayişi bozma yönünden değil, köylerin boşalmasıyla tarımın büyük zarara uğraması bakımından da ciddi küsüm yaratmıştır. I. Süleyman (da) ömrünün son yıllarında bunun ıstırabını nefsinde duyuyordu.”