|

Ney artık siyasetin enstrümanı

Musiki dünyasının önde gelen isimlerinden Neyzen Kutsi Erguner, Fransa'da yaşıyor ve Avrupa'nın birçok ülkesindeki dinleyicilerine ney üflüyor. Türkiye'de dedesi babası ve kendisinin ney üfledikleri için yasaklamalarla karşılaştığını anlatan ve “Şimdi durum değişti.” diyen Erguner:

Kübra&Büşra
00:00 - 28/09/2008 Pazar
Güncelleme: 21:53 - 27/09/2008 Cumartesi
Yeni Şafak
Ney artık siyasetin enstrümanı
Ney artık siyasetin enstrümanı
“Ney çalmanın bedelini ailecek ödedik” demişti Kutsi Erguner bir röportajında. Nasıl bir bedeldi bu? Dedesi bir programda Ney çaldığı için program durdurulmuş. Babası ve kendisi de benzer sorunlar yaşayınca Ergüner Türkiye'de beğenilmeyen sanatını Fransa'da sürdürmeye karar vermiş. Neyin popüler kültüre bu kadar ait olduğunu görünce şaşırıyorsunuz o yasaklara. Nerden nereye geldik. Kutsi Bey'e göre hiç de iyi bir yere gelmedik. Çünkü ney yasakların ensturümanı olmasa da artık kültürel değil siyasi bir görüşün ensturümanı. Ona göre büyük şehir burjuvazisi Mevlana'ya oryantalist bakıyor.
Kübra

Biz biliriz ki tasavvufta, insan ruhunda, gönül telini ince ince sızlatan acıklı bir nefesin sesidir ney. Ama Kutsi Erguner'in “Ney üflemek için Müslüman olmak gerekmiyor” sözü bildiklerimizin dışına çıkarak ezber bozuyor. Neyden çıkan menaviyatla dolu acılı ses, bazı ülkelerde yerini alaturkaya bırakmış durumda. Ama asıl ilginç olan Türkiye'nin neye bakışıyla Avrupa arasındaki farklılık. Uzun yıllar Fransa'da yaşayan Kutsi Erguner bu ensturümanı Türkiye'ye göre Fransa'da çalmanın kolay ve daha takdir gördüğünü söylüyor. Sahibi olduğumuz ama bir o kadar yabancı olan neyi Kutsi Erguner'in tarzıyla dinledik.
Büşra



Dedeniz 1945'de Ney üflediği için vali programı kapatmış. Babanız da benzer bir olaydan dolayı mahkemeye verilmiş. Neden böyle bir muamele gördüler?

Türkiye'de 1923'lerden 1954'li yıllara kadar kültürümüz baskı altındaydı. Sadece dedem ve babam bu muameleyi görmedi. Benim yaşıtım olan neyzen sayısı da o yüzden az. Ama yirmi ile otuz yaş arası neyzen ararsanız yüzlerce bulabilirsiniz.

Yani?

Sanat takdir edildiği zaman, insanlar ondan kitle olarak etkilenmeye başlıyorlar. Türkiye 'de tanzimat sonrasında batılılaşmış şehirli insanlar oluştu. Ama bu kitlenin Osmanlı'dan gelen kültürümüze takdiri çok olmadı. Dedemin ve babamın yaşadıkları bunun birer örneği. Fakat değişen sosyal yapıda, taşranın büyük şehirlere gelerek ekonomiyi, siyaseti ve yaşamı da elinde tuttuktan sonra geçiyor o kültürel hayatına. Bu durum takdir görmeyen şeylerin gündeme gelmesini sağladı.

Ortaya nasıl bir manzara çıktı peki?

Taşra kökenli büyükşehir insanın Osmanlı mirasına sahip çıkabilecek bir yaşamı yok çünkü popülerleşen bir kültür hayatımız var. Osmanlı dönemindeki elit ve belli bir kitleye ait olan kültür bütün topluma sunulduğunda ortaya yozlaşma çıkıyor. Mesela; Mevlevi kültürü özel ve elit olmasına rağmen son yıllarda Türkiye'nin çimentosu haline getirmeye başlandığından ortaya çürük bir oluşum çıktı.


NEY ÇALDIĞIM İÇİN AZAR İŞİTTİM
Siz bir bedel ödediniz mi?

Elbette. İlkokulda 'Çocuk Saati' programında Ney üflemeye davet edildiğimde çocukların alaturka müziğe teşvik edilmemesi gerekçesiyle beni kapı dışarı ettiler. 1975 Paris'te ilk defa tasavvuf müziği adı altında, sufi plağını Fransız radyosunda yayınladığımız için azar işittim.

Neden?

Onlara göre köhne şeylerle uğraşıyordum. 'Vatan ve millet senden daha farklı şeyler bekliyor' dediler. UNESCO'da canlı yayınlanan bir albüm vardı 'Meditation on the Ney' diye. “Türkiye'yi bu albüm temsil edemez” dediler.

Bu tepkilerden sonra ne yaptınız?

Şansım Fransa'da Ney'e ve sevdiğim müzikle ilgilenen daha fazla insan olmasıydı.

Peki Fransa'da yaşıyor olmanızın sebebi dışlanma mı?

Fransa'da Müzikoloji, Mimarlık tahsili yaptım ve uzun tahsil hayatım oldu. O dönemde geçimimi müzikle temin ettim bu sebeple müzik kariyerim de Fransa'da gelişti. Benim hoşlandığım müzik o dönemlerde Türkiye'de takdir görmüyordu ama dünyanın her yerinde vardı.

Doğduğunuz coğrafyadan ayrı yaşamak, cami mimarisini görememek, ezanın sesini duyamamak bir neyzen için eksik değil mi?

İstanbul'un mimarisi ve orada yatan evliyaların olması manevi bir bağlılık oluşturuyor. Ama benim Türkiye'de yaşadığım yıllarda insanları değiştirmek, Avrupai yapmak gibi bir baskı vardı. Baskı olmadan yaşamak insana büyük huzur veriyor. Fransa'da insanlar sizi olduğunuz gibi kabul ediyorlar. Mesela; öğrencilik yıllarımda İstanbul'da olsaydım okuyamayacaktım çünkü sevdiğim müzikle ilgili kaynaklara Fransa'da ulaşabildim. Türkiye'de olmayan kaynakların İngilizce versiyonunu okumuş oldum.

Şimdi nasıl bir yaşam sürüyorsunuz Fransa'da?

Rahat ve sakin ama çalışma hayatı tempolu. Çünkü serbest çalışıyorum. Önümüzdeki günlerde Londra'ya, Frankfurt, Avusturalya, Belçika, Amsterdam, Brüksel gideceğim.

Avrupa'ya ilahi mi dinletiyorsunuz?

Sadece ilahi değil. Romanya Prensi Kantimizn bestelerini de çalıyorum. Ama İsveç'te tasavvuf müziği yapacağım. Frankfurt'ta da Goethe'nin divanından bestelediğim şiirler yer alacak. Avustralya'da Aborjin denilen halkın enstrumanları var oradaki yerli müzisyenlerle ortak bir proje yürütüyorum. Hepsi birbirinden farklı.

Sizin gibi doğu müziği yapan bir çok isim en çok Paris'te ilgi görüyor. Neden Paris?

Fransa'da 1968 olaylarına baktığınızda içe kapanık ve milliyetçi bir Fransa görürsünüz. Sonrasında yeni değerler arayışı, Fransız kültürünün dışındaki diğer kültürlere de yer vermesini sağladı. Japonya, Hindistan, Türkiye gibi ülkelere ilgileri arttı. Mesela; Endülüs müzigi Fas'ta yayımlanmazken Fransız Kültür Bakanlığı Endülüs müziğinin tüm repertuarını yayınlattı. Siz bugün musiki anlamında hiçbir şey dinlemezken Fransızlarda bu çok geniş bir arşiv olarak duruyor.

Neyzenler ney üflerken “Kursursuzluk Allah'a mahsustur” diye bilinçli hata yapar diye biliriz. Ney ibadet enstrümanı mı?

İbadet enstrumanı diye birşey yok ama neyin kültürel yaşamımızda önemli bir yeri var. Mevlana Hazretleri ney için “Dinle neyden” diye Mesnevi'nin başında mecazi anlamda bir evliyanın timsali olarak bahsetmiş ama sonuçta bu musiki aletidir. Bu enstrümanı herhangi bir müzik aleti olarak da, bir anlam atfederek de dinlersiniz. Tasavvuf müziği yoktur, sufilerin dinlediği musiki dinleme şekli vardır. Tasavvuf ehli olmadığında tasavvuf müziği olmaz.

Peki siz neyi hangi amaçla üflüyorsunuz?

Siz musikiden manevi bir zevk alabiliyorsanız, onu icra ederken de aynı zevki yaşayacaksınız. Musikinin İslam dünyasında asırlarca süren tartışmaları olmuştur. Musiki bir ibadet aracı değildir ama insan bunun sayesinde manevi zevklerini geliştirebilir.

Hangi amaçla kullandığı ile ilgili o zaman…

Evet. Kur'an-ı Kerim okunuyor, inanmayan bir Arap da Kur'an-ı Kerim'i şiir diye dinleyebilir. Biz O'na Allah Kelamı olarak inandığımız için değer atfediyoruz.

Siz neyi farklı enstrümanların yanında da üflüyorsunuz. Mesela; Flamenko. Bu kültür birleşmesi midir?

Müziklerin ortaya çıkmasındaki insani heyecanlar her yerde aynı olabilir. Kuzey kutbunda da bir insan aşık olduğu için şarkı söyleyebilir İran'da da. Bu iki müzikte ortak tek şey müziğin ortaya çıkmasındaki heyecandır. Batı müziğindeki aralıkları bizim enstrümanımızla yapmamız mümkün değildir. Saba makamı, hicaz makamını piyanoyla çalamazsınız. Ama beraber birşey yapılabilir. Herkes kendi yerinde kaldığı müddetçe böyle birliktelikler olabilir.

Çalan kişiye göre değişir mi peki?

Musikimizin önemli taraflarından biri de çok kişisel oluşu. Kişinin iç dünyası ve estetiği çaldığı enstrümana yansır. Çaldığı müzik şeklinden kişinin kendi sıfatları ortaya çıkar. Ney'in enstrüman olarak bir önemi yok. Müzisyen müziği öğrenir, bir alete ihtiyacı olursa o aleti bulur ve iç dünyasını orada açar. Baktığınızda Arap dünyasında ney eşliğinde dansöz oynatıyorlar. Bazı neyzenler var ki tamamen arabesk çalıyorlar. Ama bizim kültürümüzde ise ney tasavvufun içinde.


NEY ÜFLEMEK İÇİN MÜSLÜMAN OLMAK GEREKMİYOR
Neye ilgi duymak için Müslüman olmak gerekmiyor o zaman…

Tabiki. Çünkü bugün Yunanistan'da ney üfleyelerin sayısı çok fazla. Onlar inançları için çalmıyorlar. İcra eden, icra edilen musiki ve dinleyeni birbirine karıştırıyoruz. İcra edeni ney üflüyorsa bu adam derviştir diyoruz ama insanların Ney üflemek için tasavvuf ehli olmasına gerek yok. Bir de repertuar var; Mevlevi ayinleri, ilahiler, Rum müziği, İngiliz müziği gibi. Dinleyici bunu ne maksatla dinliyor bilemiyoruz. Ben bir derviş isem ve çaldığım bir Mevlevi ayiniyse onu da ilahi gibi dinleyebilecek zerafette kulak lazım. Bu üçü bir araya geldiğinde musiki kültürü yaşıyor diyebiliriz.

Peki dünya dinleyicisi neyi nasıl dinliyor, biz nasıl dinliyoruz?

İstanbul festivalinde kilisenin içinde konserim oldu. İnsanlar hiç ses çıkarmadan huzur içinde dinlediler. Geçen günlerde Başbakanımız iftar düzenledi. Konser verecektim ama içeri girdiğimde herkes konuşuyordu. İlahiye merakı olan bir insanın susması gerekir. Mevlana sözüne 'dinle' diye başlamış. Dinleyen olmazsa çalmanın bir anlamı yok. Çalan insan bulunur ama bizim dinleyen insanı yetiştirmemiz lazım.

Peki bugünkü ney estrümanı nereye doğru gidiyor?

Klasik batı müziği tıkanıklık içinde. Çalınabilecek bütün repertuarı çalabiliyorlar ama kişinin kendi iç dünyasını yansıtabilecek bir fonksiyona sahip değil. Müziği seven insanlar yeni kapılar arıyorlar. Bunlardan biri jazz ve jazzdan sonra dünya kültürü olarak ortaya atılan bazı enstrümanların gündeme gelmesini sağladı. Venedik'te her sene seminer veriyorum. Ney üfleyen İtalyan öğrencim var. İngiltere, Amerika, Almanya var. Ama bunun enstrüman olarak bir dağılımı bir de bunun bir kültürü var. Mevlevi kültüründen ve edebiyatından etkileniyorlar.

Bu öğrenciler ney enstrümanını hangi amaçla çalıyorlar?

Başta zevkleri için çalıyorlar ama profesyonel olarak çalanları da var. İtalya'daki öğrencilerimden ufak bir grup konser veriyor. Fransa'daki öğrencilerimden birisi Fas'taki müzisyenlerle sufi müziği diye birşey icat ettiler. Benim öğrettiğim Türk müziğindeki ilahileri Arapça söz giydirerek tasavvuf müziği yaptılar. Müzik hayatını ney üfleyerek devam ettiren profesyonel öğrencilerim çok.

“Biz Mustafa Kemal'in yasakladığı müziği yapıyoruz.” dediniz. Ya şimdi?

Pek değişmedi. Çünkü devletin yaklaşımına baktığınızda batı enstrümanı çalan bir sanatçıya övgüler yağdırırken aynı özen ve övgüyü kendi müziğine göstermiyor. Bir toplum etki ve tepkiyle gelişemez. Bir yarayı kapatmak isterken başka bir yara açıyoruz.

Nasıl mesela?

Türk hükümeti bir kültür hizmeti yapmak istiyor diyelim. Sanatçıları bir araya getirerek “Bu ülkenin unuttuğu tarihi kültürünü ortaya koy”diyor. Bu isimlerden birisi; Ahmet Özhan. Tangoya benzer ilahiler okunuyor. Son zamanda dejenere olmuş kültürümüzü devletleştirmiş oluyoruz. Bu sadece Türkiye'de dini cemaatlere bir dini müzik gibi sunup onların gönlünü almak oluyor. Bu bir siyasi yapı, kültürel yapı değil.

Sizin için modern zaman dervişi diyorlar…

Gülüp geçiyorum. Bu yaşadığımız zaman dünden farklı değil ve insanların nefisleriyle ilgili meseleleri zamana göre değişmiyor. Sadece algı değişiyor. Önceden hırslı olmak iyi bir şey değilken şimdi bir kalite. Paraya düşkünlük dün ayıp bir şeyse bugün akıllılık olarak görülüyor. Tabi zamanın bu tür etkileri var ama insanlar yine aynı. Modern zamanda diye birşey yok.


Orhan Pamuk oryantalist

Peki Avrupa'da oryantalizm algısı ne durumda?

Avrupa'daki bir çok akademisyen Mevnevi'yi tercüme ettiler. Onlar kendi toplumlarına bu kültürü tanıtırken “Siz ancak benden geçerek bu kültürü anlayabilirsiniz.” diyorlardı. Artık böyle bir aracıya da lüzum kalmadı. Oryantalizm bitti ama şimdi yeni bir oryantalizm var. Doğu ülkelerinin eski batıcı aydınlarının kendilerine bakışları.

Yani…

Mesela; Türk yazar kendisini İngiliz yerine koyup Türkiye'yi anlatmaya kalkıyor.

Kim mesela?

İlk dönem yazarlarından Yaşar Kemal gibi. Son dönem yazarlarından da Orhan Pamuk. Büyük şehir kültürünü işlemeye başlıyor ve minyatürden bahsediyor. Bu yeni bir tema. Konuların içinde olarak yapmıyorlar bunu dışarıdan içeriye bakarak yapıyorlar. Kendini batılı olarak kabul etmiş kitle, kendi kültürüyle karşılaşırken farklıymış gibi anlatıyor. Büyük şehir burjuvazisinin Mevlana'ya bakışı da aynıdır.

Kendimize oryantalist bakıyoruz…

Evet. Sanki kendisi Fransız ya da Alman kendi toplumunu anlatıyor. Bu yeni bir oryantalizm şekli. İçinde olup da dışındaymış gibi davranmak.

16 yıl önce