Kolonyalist-sömürgeci düşünce ve irade tarafından bilincimiz sömürgeleştirildiği için, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, İslam toplumlarının nasıl, hangi yollarla bireysel dindarlığa ikna edildiklerini, edilebildiklerini hiç bir şekilde konuşmuyor, tartışma konusu yapmaya cesaret edemiyor, ya da tartışma konusu yapmaya değer görmüyor. Bu durum, İslami dikkat yetersizliği ile ilgili olduğu kadar, mümkün olan üzerinde düşün(e)memek ile de ilgilidir. Gerçeklik, insanlık, din, tarih tanımı ve sınırları üzerinde otoriter bir tekel oluşturan modern/seküler düşünce karşısında, nereye kadar farklı düşünmek ve üretmenin mümkün olabileceğini bir türlü değerlendiremiyor, çözümleyemiyoruz.
Hayati gerçeklerle, hayati sorunlarla, tarihsel sorunlarla-gerçeklerle hesaplaşmaya, yüzleşmeye güç yetiremeyen toplumlar/kültürler, yanılsamalarla, yanlışlarla, yanlış bilinçle, yalanlarla birlikte yaşamaya mahkum oluyor. Yanılsamalarla, yanlış bilinçle, yanlışlıklarla kirlenen, kirletilen, güçsüzleştirilen, içi boşaltılan zihin ve ruh dünyamız, bilincimizin sömürgeleştirilmiş olmasını hayati bir sorun olarak görmüyor. Bir yanda gerçekliğin dayanılamaz, tahammül edilemez, kabul edilemez baskısı, bir diğer yanda sınırsız duygusallıklar, romantizmler ve yanılsamalarla, zihinsel karmaşa içinde hayatlarımızı sürdürüyoruz. Irkçı bir kültür ve uygarlığın oluşturduğu jeopolitik gerçekliğin farkında olamamak gibi algısal zaaflarımız var. Bilincimiz sömürgeleştirildiği için, düşünsel/kültürel/felsefi özgünlükleri bütünüyle yok eden taklit, kopya ve öykünme süreçlerini sürdürüyoruz. Modern ya da geleneksel konformizmin sınırları içerisinde kalarak, bu sınırlara tabi olarak ve itaat ederek, bu itaati içselleştirerek kendimizi konumlandırdığımız için, bağımsız, özgür/özgün bir düşünce, kişilik, kimlik sahibi olmayı, bağımsız/özgür bir içerik üretmeyi, üretmek gerektiğini hiç umursamıyoruz.
Düşünce, kültür, ilahiyat hayatımız/dünyamız, İslami bağlamda bütün tartışmaları, sömürgeleştirilmiş bilincin ufku/imkanları içerisinde sürdürüyor. Sömürgeleştirilmiş bilinç, bağımsız İslami ufku, modeli, dünya görüşünü, bireysel dindarlığa indirgeyince, Müslüman/İslamcı düşünce insanları, kültür insanları, bilim insanları için devlet mantığına, piyasa mantığına, etno popülizmlere, mezhepçi popülizmlere iltica etmekten başka bir yol kalmıyor. Devlet de, akılla, fikirle siyaset yapmak yerine, romantizmlerle, duygularla, duygusallıklarla siyaset yapıyor.
Toplumlarımız yüzyıllardır bir siyaset felsefesi disiplininden yoksun bulundukları için, siyasal bilinç temelinde kolektif bir irade oluşturamıyor, bütünlüğün yoğunluğunu gerçekleştiremiyoruz. Kolektif bir irade oluşturamadığımız için, provokatif ideolojilerin oyuncağı haline getirilebiliyoruz. Sömürgesizleştirilmiş bir bilinç/algı/idrak/yöntem/mücadele imkansız hale gelince, ahlaki ve kültürel yoksulluk pahasına, ekonomik zenginliklerle teselli bulmaya çalışıyoruz. Ekonomik zenginliklerin insanları 'şey'lere, alınıp satılabilen, ithal-ihraç edilebilen metalara dönüştürdüğünü ne yazık ki fark etmiyoruz. Ekonomik zenginlikler adına, iktidar zenginlikleri adına, elde ettiğimizi düşündüğümüz bütün nitelikleri ve değerleri birer birer kaybediyoruz. Müslümanlar olarak birbirimizin ahlaki, düşünsel, kültürel, entelektüel mevcudiyetine ve çabalarına karşı kayıtsız, yalıtılmışlıklar içerisinde, dondurulmuş hayatlar kuruyoruz.
Popülizmlerin egemen olduğu, partizan birörnekleşmenin ve kalabalıkların psikolojilerinin egemen olduğu toplumlarda/kültürlerde/dinî hayatta olduğu gibi, siyasal hayatta da bilinçli tercihlere, tavra, tarza, duruşa, daha çok da eleştirel duruşa hayat hakkı tanınmıyor. Kalabalıkların psikolojisi, eleştirel/bilinçli tercihleri anında terörize edebiliyor.
Düşünce hayatımız, kültürel hayatımız, ilahiyat hayatımız, temelde neyi konuşacağının farkında olmadığı için, İslamın modern-seküler zamanlar boyunca, evrensel bilgi/dil/tarih/kültür/medeniyet süreçlerinden anlatılarından nasıl dışlandığını, nasıl dışlanabildiğini, İslamın nasıl 'görece farklı' kategorisinden 'mutlak farklı / tuhaf' kategorisine indirgenebildiğini görmezden gelerek, İslami çalışmaları teknik araştırma konularıyla, metafizik konularla sınırlandırıyor. Müslümanların kendi ontolojik varoluş biçimlerini temsil iradesinden nasıl soyutlandıkları, nasıl zihinsel parya haline getirildikleri, tartışma konusu yapılmıyor.
Bugün İslami düşünce hayatı, İslami varoluş tarzı içerisinde, kendisini, kendi sesiyle, kendi sözcükleriyle, kavramlarıyla ifade edememektedir; seküler bilgi ve dünya görüşünün dayattığı bir çerçeve içerisinde hep bir nesne olarak konumlandırılmaktadır; konuşan, toplumu, tarihi, dünyayı, hayatı, siyaseti etkileyen, dönüştüren, belirleyen güçleri/iradeyi/zihniyeti sorgulamamaktadır; gerçek dünyada değil kurmaca dünyalarda spekülatif/apolitik bir bağlamı seçmektedir; kendi dünya görüşünü, hayat tarzını özgürleştiremediği için kendi toplumunda bir yabancı gibi temsil edilmektedir. İşte bu sebeplerden, İslami düşünce hayatının şu anda yürüttüğü bütün tartışmaları bir kenara bırakarak, kendi içsel/zihinsel bunalımıyla yüzleşmesi gerekir.
İslami inançları, düşünceyi, kültürü ve medeniyeti ontolojik bütünlük ve bağımsızlık içinde temsil edemeyen; hayati/temel/varoluşsal sorunları dışarıda bırakarak dini, bilimi, siyaseti korkunç önyargılarla malûl beyaz Avrupalı bakış açılarına mahkûm olarak, modern-seküler-sömürgeci modeli tek gerçeklik sayarak tanımlamaya ya da bu doğrultuda tecrübe etmeye çalışan; kabile, hizip, mezhep sınırlarını aşarak bütün insanların zihinlerine giremeyen; sürekli olarak koşulların basıncına maruz kalarak genel geçer algılara, yaklaşım ve yorumlara kendini hapseden bir bakış açısı ile İslami bir hayat tarzı gerçekleştirilemez.