T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 16 TEMMUZ 2006 PAZAR | ||
|
Son günlerin en yürek yakan medya meşgalesi Danıştay saldırısıyla ilgili olarak hazırlanan savcılık iddianamesi; gün geçmiyor ki, olaya, henüz dumanı tütüyorken, "Yeni bir 31 Mart" veya "Türkiye'nin 11 Eylülü" teşhisini koymuş birileri, "Gördünüz mü, haklıymışız" anlamına gelen bir yazıyla okur karşısına çıkmasın... Doğru söylüyorlar: Olayın hemen ardından bu tür yazılar yazdıklarına hepimiz tanığız... Sorun şuradan kaynaklanıyor: O günlerde bu tür yazılar yazanların haklı çıktıklarını bugün ileri sürmelerinin temeli yok... Eldeki, "Olayda türbanı korumaya yönelik örgütlenmiş bir oluşumum açıkça görüldüğü" cümleciğine de yer verilen bir iddianameden ibaret. 'İddianame', adı üstünde, o âna kadar toplanmış belge ve bulgular ile ifadelere dayalı olarak kaleme alınmış bir metindir, kesin bir hüküm değildir. Olayın ne olduğuna dair kesin hükmü mahkeme verecek. Giderek ilginç bir mâhiyet kazanmış bir olay, Danıştay saldırısı. Olayın tam ortasında 'yalnız kovboy' görüntülü saldırgan yer alıyor. Kendisine 'suç ortağı' olarak birahaneden birilerini seçmiş; sanıkların bir bölümü bu yolla eylemlerine katılmış ipsiz sapsız gençler... 'Yalnız kovboy', saldırıdan önce, hemen her kapıyı çalmış; ulusalcı örgütlerden cerci hocalara kadar pek çok kişinin hânesi önüne gidiyor ayak izleri... Savcı, dâvâyı, bir takım başka bulgulardan hareketle 'ulusalcı bir oluşum' üzerinden de açabilirdi; bunu yapmamış, 83 yaşındaki cerci hoca irtibatını tercih etmiş... Olayın hangi tarafı suçlamak üzere organize edildiği dâvânın başsanığının tercihinin sonucu aslında. İsteseydi, otomobilinde bulunan ve üzerinden çıkan kimlik kartlarından, eylem öncesinde ziyaret ettiği yerlerden hareketle 'ulusalcı' bir örgütün mensubu olarak da tanıtabilirdi kendini; yapamaz mıydı? Ancak, o, eylemini 'türban' ile irtibatlamayı tercih etti. İnsan, "Haklıymışız" diye kaleme sarılmadan ve sağdan-soldan özür talep etmeden önce, geriye doğru bir 'derin düşünceye' dalıp tereddüt gösterirdi. Olayı türban ile ilk irtibatlandıran, sıcağı sıcağına yapılmış bir açıklamaydı. Saldırganın eylem sırasında "Allah'ın ordusu" mensubu olduğunu ileri sürmüştü biri. Olayda yaralanan yargıçların hepsinin sonradan reddettiği o sözler hangi amaçla sarf edilmişti acaba? O açıklamayı yapan kişi neden yalan söylemek ihtiyacı duymuştu? Sorular bunlarla sınırlı değil: İddianamede yer alan 'türbanı koruma amaçlı bir oluşum' cümleciğinin anlamı ne? Saldırgan, eylemiyle türbanı nasıl korumuş oldu? Silâhını doğrulttuğu yargıçlardan birinin türbanla ilgili karara karşı çıkmış olduğunu bilmeyen bir 'türban taraftarı saldırgan' profili çizmek akla ziyan değil mi? Bu sorular, dâvâya bakan mahkemenin, kararını, iddianamede ileri sürülenden farklı bir bakışla vereceği beklentisiyle sorulmuyor. Türkiye'nin yakın tarihi bir dizi karanlık siyasî cinayetle dolu ve o cinayetlerin çoğu sanık diye yargılanan kişilerin mahkumiyetiyle son bulduğu halde, kamu vicdanı -ve öldürülen kişinin ailesi ile yakınları- tatmin olmuş değil. Mehmet Ali Ağca bile, yıllar önce mahkum olduğu halde, bugün ortaya atılarak "Abdi İpekçi'yi ben öldürmedim" diyebiliyor ve 'kâtil' diye bir takım insanların adlarını verebiliyor... Böylesine garip bir ülke burası. Abdi İpekçi'den Uğur Mumcu'ya, Bahriye Üçok'tan Necip Hablemitoğlu'na bir dizi aydına yönelik cinayetlerin fâilleri -hiç değilse ölüm emrini verenler- aramızda ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar; o cinayetlerin gerçek kâtillerinin bulunması için çaba sarf etmeyenler, Danıştay saldırısı iki-üç çapulcuya mâl edildi diye ne kadar sevinçliler... Neden dersiniz? Bu sorunun cevabını öğrenebileceğimiz gün mutlaka gelecek.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |