T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 15 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Kadınlar, bizim kadınlarımız... Öyle mi?

Hayatım, neredeyse, Ertuğrul Özkök ve türdeşlerinin çelişkilerini, manipülasyonlarını, düpedüz yalanlarını teşhir etmekle geçti. Bu kıymeti kendinden menkul "değerler" hakkında yazdığım yazılar, üç-beş cilt kitabı dolduracak yoğunlukta yahut miktarda.

Bundan müşteki değilim.

İyi kötü yazı konusu çıkıyor. Bilgisayarın karşısına geçip, "Bugün ne yazsam!" diye kara kara düşünmekten yeğdir.

Bundan, yazıya konu olan eşhasın da şikâyetçi olduğunu sanmıyorum. Bir defasında, başat malzemelerimden biriyle (hadi adını da vereyim, Ertuğrul Özkök'le) bir telefon konuşması yapmıştık; sağolsun pek bir mültefit davranmış, yazarlığımla ilgili övücü şeyler söylemişti...

Ben de altta kalmamak için şu sözlerle mukabelede bulunmuştum: "Hakkınızda o kadar yazı yazdım, çoğunluğu can sıkıcı şeylerdi, siz de pek bir olgunluk gösterdiniz, asıl ben teşekür ederim..."

Bu sözlerimi de olgunlukla karşıladı, "Olsun... Yazın, yazın!" dedi. Belki de bu olgunluk yahut sindirmişliktir onu sürekli gündemde tutan, sürekli konuşulan biri haline getiren. Bu aynı zamanda bir "piar başarısı"dır da...

İlgi odağı olmak, çünkü, sadece olgunlukla açıklanabilecek bir durum değil. Başka türlü bir "çaba"yı, daha sofistike bir gayreti öngerektiriyor bu iş.

Şunu demek istiyorum:

Ertuğrul Özkök bu işi biliyor.

Hangi yazının nasıl ses getireceğini, kimlerin ne reaksiyon göstereceğini, yazdıklarının üzerine (amiyane tabiriyle) kaç Sazan'ın atlayacağını önceden hesap ediyor. "Türkiye'nin 11 Eylül'ü" böyle bir yazıydı mesela. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a dokundurduğu "ayrı bir masada oturan hüzünlü bir kadın" yazısı (başlığı tam hatırlayamıyorum) böyle bir yazıydı. "Biat medyası" böyle bir yazıydı.

Bu yüzden çok okunuyor, bu yüzden çok başarılı...

Fakat, benim öteden beri anlatmaya çalıştığım şey de şu: Başarılı olmak nedir ki? Bugün varsın, yarın yoksun. Kiyl ü kal... Sürekli gündemde kalabilirsin, sürekli parmakla gösterilen biri olursun, çok para kazanırsın, çok düşman çatlatırsın da, sonuçta nasıl anıldığın, "itibar skalası"nda nasıl bir yer işgal ettiğindir önemli olan...

Bunu üzülsün diye söylemiyorum; Ertuğrul Özkök ismiyle "itibar" sözcüğü pek iyi bir ikili oluşturmuyorlar. Bu sadece benim kişisel kanaatim değil. Sesi çok çıkan "azgın azınlık" ve sokaktaki insan da böyle düşünüyor. Zaten o da, anladığım kadarıyla (amiyane olacak yine) itibar meselelerini pek sallamıyor. Belki de hafızasızlığımıza güveniyor. Mesela, dünkü yazısında, "Türkiye'nin 11 Eylül'ü"nden bahisle, iftira ve hakaretlere göğüs gererek iddialarının doğruluğunu "zaman" adı verilen mahkemeye bıraktığını ve sonunda nasıl haklı çıktığını anlatıyordu: "En büyük müttefikim zamandır. En adil mahkemedir o. İşte yine o adil musahhih geldi ve elimden tuttu... Davamı hep orada açarım..."

Doğrudur. En adil mahkeme zamandır. Davayı hep orada açmak lazım. Fakat, "zaman" adı verilen adil mahkeme, bazen "kontrpiye"de de bırakabiliyor insanı. Tıpkı, "ayrı bir masada oturan hüzünlü bir kadın" yazısında olduğu gibi...

Ertuğrul Özkök, o yazısında, eşini arka masada bırakıp "erkek erkeğe" yemek yiyen Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ı eleştirmişti. Eleştirmek ne kelime, yerden yere vurmuştu. Yazısını, "dışlanmış, yalnız bırakılmış, erkekler dünyasında varolmasına izin verilmemiş kadınlar, bizim kadınlarımız" türünden yürek parçalayıcı ifadelerle süslemeyi de ihmal etmemişti tabii. İşte zaman geldi çattı, kadınlarımızın sadece Binali Yıldırım'lar marifetiyle değil, "çağdaş" ve "modern" bilinen Ahmet Necdet Sezer'ler eliyle de dışlandığı, yalnız bırakıldığı, "erkek erkeğe yemek yenilen ortamlara" sokulmadığı ortaya çıktı... Ama Ertuğrul Özkök'ün gazetesinde konuyla ilgili ne bir haber, ne bir eleştiri, ne de herhangi bir sitem... Sanki böyle bir olay olmamış, sanki o kadınlar (yabancı devlet adamlarının eşleri) yalnız bırakılmamış gibi...

Kaldı ki, Binali Yıldırım'ın eşi, kendi isteğiyle ayrı masada oturmuştu. Diğer kadınlar, (bir gazetenin iddiasına göre) "türbanlı eş korkusu" yüzünden, katılmak istedikleri halde "erkek erkeğe" yemek yenilen ortama sokulmamışlardı. Ben, doğrusu, Ertuğrul Özkök'ten ağıt tadında bir "kadınlar, bizim kadınlarımız" yazısı bekliyordum.

Hâlâ bekliyorum.

"Zaman" adı verilen mahkemeden haklı çıkması, biraz da bu yazıyı yazmasına, böyle bir haberi gazetesine koydurmasına bağlı...

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi