T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 10 OCAK 2006 SALI | ||
|
Savaş suçu, insanlık suçu gibi kavramların bir anlamı var mı? Bu suçları işleyenleri cezalandıracak ya da suçu önleyecek bir kurum, mekanizma kaldı mı? Belli güç merkezlerinin çıkarlarına göre "adalet dağıtan"lar dışında, gerçekten insan hak ve onurunu esas alan bir yargı mekanizması var mı? En önemlisi de, bu suçları önlemeye veya suçluları cezalandırmaya yönelik ahlaki bir hareket noktamız kaldı mı? Devlet eliyle terörün, devlet eliyle katliamın, devlet eliyle savaş suçunun işlendiği, yeryüzünde barış ve adaleti esas alarak kurulan organizasyonların koruması altında insanlık suçlarına imza atıldığı bir dönemde, hepimiz için daha özgür yarınların güvencesi var mı? ABD/İsrail'in son beş yılda öncülük ettiği trajedilerden sonra bunlara evet demek ne kadar da zor! Soykırım yapanları alkışlıyoruz. Nefret etmiyoruz. On binlerce insan öldüren liderlerin meşruiyetini sorgulamıyoruz. Ölümler izliyoruz; yaşlıların, kadınların, çocukların, ülkeleri ve özgürlükleri için mücadele edenlerin öldürülüşünü, aşağılanmalarını... Acı çekenler bizlerde derin izler bırakmıyor. Bakışlarımız sıradanlaşıyor, kalplerimiz sıcaklığını kaybediyor. Özgürlük, adalet ve güvenlik uğruna bizlere özgürlüğün, adaletin ve güvenliğin olmayacağı bir dünya kuruyorlar. Reflekslerimizi kaybetmiş halde izliyoruz. Bir "insanlık suçlusu", "barış adamı" oluveriyor, kabulleniyoruz. Bir "işgal", "özgürlük operasyonu" oluyor, kabulleniyoruz. Bir "savaş", "demokrasi projesi" oluyor, inanıyoruz. Bir katliam terörle mücadele olabiliyor, sorgulamıyoruz. Yeryüzünü ateşe atanları yadırgamıyoruz. Zihinlerimiz kontrol altına alınıyor, duygularımız ve insani değerleriniz köreltiliyor, fark etmiyoruz. Şimdi ölümle pençeleşen Ariel Şaron'u yazacağım bu hafta. ABD Başkanı George Bush'un "Barış adamı" ve ortağı ilan ettiği "20. yüzyılın en önemli insanlık suçlusu" olmaya aday birini... Öldürmeye, yok etmeye, soykırıma, hukuksuzluğa, acımasızlığa, vahşete ayarlı bir hayatı... Askerken de, siyasi liderken de, ölüm döşeğindeyken de terörist olan, bir çete lideri gibi düşünüp hareket eden, hiçbir zaman devlet adamı olamayan kişiyi. 1928 yılında Kfar Malal'da doğan, 14 yaşından bu yana gücünü, zamanını, düşüncesini ve hareketlerini öldürmeye, suikastlere, terörist saldırılara adayan, en ürpertici cinayetlere imza atan, öfkesini zeytin ağaçlarına kadar yansıtan birini... Şimdi ölümle pençeleşiyor. Arkasında alkışlanacak, selamlanacak hiçbir şey bırakmadan gidecek. Hep kötülükle, yaşattığı acılarla, akıttığı gözyaşlarıyla anılacak. Sadece Filistin'e değil, yeryüzünün bir çok bölgesine ektiği kötülük tohumlarıyla hatırlanacak. Hiçbir günahı olmasa bile, ömrünün son günlerinde Yaser Arafat'a yaşattıkları, dünyanın sessiz bakışları arasında bir halkın doğal liderini tecrit etmesi, aşağılaması ve yavaş yavaş öldürmesi unutulmayacak. Sabra ve Şatilla'dan Cenin katliamına kadar, Şaron'un günah galerisinden örnekler sunmaya devam edeceğiz. On gün sonra bayramın birinci günü yine birlikteyiz. Hepinizin bayramını kutluyorum.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |