T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 10 OCAK 2006 SALI | ||
|
Dediler ki, "Bayramda keyifli ve okuyucuyu sıkmayan yazılar yazılır"; bugün bayramın ilk günü ve ben hem keyifli olabilecek, hem öğretici, hem de son derece can sıkıcı bir konu seçtim. Ben seçmedim aslında. Fethi Naci'nin "Eleştiri Günlüğü"nü okurken karşıma çıktı. Zaten yazının tamamını Fethi Naci'ye yazdıracağım. Belki sonunda kendi yorumumu eklerim. Bilmiyorum. Okuyalım: Ahmet Hamdi Tanpınar, 19'uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi'nde, Şinasi'nin yaşamını anlatırken şöyle diyor: "Ali Paşa tarafından ve Reşid Paşa'ya mensup olduğu için, bir saçkıran hastalığı yüzünden sakalını kestirmiş olması bir kabahat sayılarak azledildiği..." Memet Fuat, Şinasi-Yaşamı, Sanatçı Kişiliği, Yapıtları adlı kitabında daha geniş bilgi veriyor: "(Sakalını kesmesi) Ali ile Fuat Paşa'nın, bu Avrupa görmüş kültürlü adamdan tedirginlik duymalarına yol açtı. Şinasi'nin devlet memurluğunda yükselmesini istemediler. Nitekim Reşid Paşa sadrazamlıktan ayrılıp yerine Ali Paşa geçince, sakalsız olduğu gerekçesiyle Şinasi'yi Meclis-i Maarif üyeliğinden uzaklaştırdı, öbür görevlerini de elinden aldı. Yazılan emrin altında Ali Paşa'nın şu ağır sözleri yer alıyordu: 'Rütbesinin ref'i (kaldırılması), memuriyetten def'i (uzaklaştırılması), maaşının kat'ı (kesilmesi).' Aslında Şinasi'nin sakalını kesmesi, alafrangalık ya da geleneklere başkaldırma değildi. Bir sakal hastalığı (herhalde bir tür mantar hastalığı) yüzünden, Paris'te doktorlar sakalını kesmesi gerektiğini söylemişlerdi..." 19. yüzyılda resmî sakal politikamız böyleydi. 20. yüzyılda YÖK döneminde şöyle: Bir gün Prof. Sencer Divitçioğlu'ya Ferit Edgü'nün bürosunda rastlamıştım. 1982 sonlarıydı. Ve Sencer'i yıllardır ilk kez sakalsız görüyordum. Nedenini sordum. Resmî bir belge için fotoğraf çektirmesi gerekmiş; üniversite sakallı fotoğraf kabul etmiyormuş. O da sakalını kestirerek fotoğraf çektirmiş ve gene sakal bırakmaya başlamış. O günlerde, bir üniversitede ekonomi dersleri vermek üzere, Fransa'ya gitmesi söz konusuydu; nitekim bir-iki ay sonra da gitti. Bir İngiliz romancısının sözünü anımsıyorum: "Gerçeği söylüyorum, bana 'espri yapıyorsun' diyorlar." Fethi Naci'nin yazdıkları bunlar. Bu yazıyı okuyunca, benim aklıma da, nedense, "sakallı, gözlüklü, kültürlü bir bey" olarak Prof. Emre Kongar geldi. Kongar da, muhtemelen yakıştığını düşündüğü, yahut "bireysel özgürlüğünün simgesi" saydığı, ya da surat ve çene yapısını gizlemek için sakal bırakıyor. Biz onu, 12 Eylül'ün sıkıdüzeninde, YÖK'e karşı verdiği onurlu "sakal mücadelesi"nden de hatırlıyor ve takdir ediyoruz. YÖK, ısrarla, "surat ve çene yapını göstereceksin" diyordu; Kongar da, "hayır, ben surat ve çene yapımı size göstermeyeceğim" diyordu. Sonunda dediğini yaptı ve sakalına sahip çıktı. Fakat, sakalına sahip çıkarak toplum nezdinde itibarlı bir yer edinen Emre Kongar, son zamanlarda pek de itibar getirmeyecek işler yapıyor. Mesela "pırıl pırıl gencecik yavrularımızın" (benzetme kendisine aittir) niçin saçlarını gizlediğini soruyor. Bu "saç gizleme" işini de "laikliğe ve cumhuriyete saldırı" sayıyor... Statüko, her yerde statüko... Demek ki Kongar 19. yüzyılda yaşasaydı, Ali ve Fuat Paşa'lar gibi davranacaktı. Hayır, espri yapmıyorum, gerçeği söylüyorum.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |