T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 30 NİSAN 2006 PAZAR | ||
|
Bu yazıyı geçtiğimiz 28 Nisan gününe atfen yazacaktım. Ancak başka bir yazımda belirttiğim gibi, ben günlük gazete yazısı yazmadığım için, bu yazının da 28 Nisan gününe denk gelmesi gerekmiyor. Ancak yazımız, gene de 28 Nisan günüyle ilgili... Ama hangi 28 Nisan? 28 Şubat desem, kimse kuşku duymaz, bu, 1997 yılının 28 Şubatıdır der. Ancak 28 Nisan da neyin nesi? Bu 28 Nisan, 1960 yılına ait bir tarih... Demokrat Parti'nin sonunun getirilmesi için düğmeye basıldığı gün... Aslında, düğmeye basılmanın bütün ön hazırlıkları yapılmış, muhalefet partisi (CHP), iktidar partisinin (DP) en küçük hatasını büyüterek halka yansıtmakta başarı kazanmış, pireler deve yapılmış... Adnan Menderes'in Meclis kürsüsünden söylediği sözler uzun süreler tekrarlana tekrarlana hafızalara mıh gibi yerleştirilmiş, o sözler asal bağlamından saptırılmış, ortaya nerdeyse 1940'ların despot yönetimine denk bir diktatör yontulup çıkartılmış... Gerçekteyse Menderes, bütün Cumhuriyet tarihinde hiçbir siyaset adamının nail olmadığı bir sevgi halesiyle kuşatılmıştı. Onu bir tek CHP'liler sevmiyordu. Çünkü Menderes'in o sıralarda vurguladığı bir gerçeklikten hoşlanmıyorlardı: Menderes halkın sevgisinin kendi partisini, yani Demokrat Parti'yi "2000 yılına kadar iktidarda tutacağını" söylüyordu. Ve günün bütün göstergeleri de bu öngörüyü doğruluyordu. Bu yüzden CHP, Menderes'in halk tarafından benimsenen icraatını kendine örnek alacağına, ona düşmanca bir tavır koyma politikası izliyordu. Bu da her iki partinin taraftarları arasındaki muhalefeti keskinleştiriyordu. CHP, aslında, Menderes'in iktisâdî/toplumsal politikasını eleştirmeye güç yetiremeyeceğini gördüğünden, belden aşağı vurmayı tercih ediyordu. Bu yüzden, onun, bir vesileyle Meclis kürsüsünden milletvekillerine hitaben söylediği: "Siz isterseniz hilafeti de getirebilirsiniz" cümlesini istismar edip duruyordu. Menderes, bu sözünü, aslında hiç de hilafet çığırtkanlığı yapma niyetiyle söylemiyordu, o, basitçe, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu söyleme zımnında bir mübalağa sanatı yapıyordu. Öte yandan, gene kendisine kafa tutmaya çalışan bir muvazzaf subaya cevap zımnında: "Biz istersek orduyu yedek subaylarla da idare ederiz" cümlesini sarf etmişti. Bu da, onun mübalağa üslubunun bir başka tezahüründen başka bir şey değildi. Ancak bu cümleler her tarafta istismar edilip duruyordu. Ve nihayet Meclis Araştırma Komisyonları'nın kurulması muhalefet için bardağı taşıran son damla yerine geçti. Bir gün sonra... Yani 28 Nisan günü... Ben o tarihte İ.Ü.Hukuk Fakültesi'nin birinci sınıfındayım. Günlerden Perşembe ve ilk dersimiz medeni hukuk... Hocamız Hıfzı Veldet Velidedeoğlu... Her zamanki gibi derse girdi... Kürsüde, konuşmadan bir süre öğrencilere baktı... Biz, onun, sınıfı sükunete davet sadedinde konuşmadan beklediğini düşünürken, hoca konuşmaya başladı: "Arkadaşlar, dedi, Meclis Araştırma Komisyonları'nın çalışmaya başladığı bir günde, bir hukuk hocası olarak ders vermeyi içime sindiremediğim için, bu dersi vermiyorum; hepiniz serbestsiniz" dedi. Ve kürsünün hemen arkasındaki hocalara tahsisli kapıdan çıkıp gitti. Hoca sınıfı terk eder etmez, son sınıftan, adının Nuri Yazıcı olduğunu bildiğim bir öğrencinin kürsüye atıldığını gördük. Orada, el çabukluğu ile Namık Kemal'in Hürriyet Kasidesi'ni okudu. Arkasından, adını şimdi yanlış hatırlamaktan çekindiğim için söylemeyeceğim bir başka öğrenci kürsüye fırladı ve: "Arkadaşlar rektörümüz Sıddık Sami'yi vurmuşlar, hocamız alnından ağır yaralanmış" haberini verdi. Ve üçüncü bir öğrenci onun arkasından kürsüye çıkarak: "Arkadaşlar, öğrenciler orta bahçede toplanmış, biz de onlardan geri kalmayalım, buyrun protesto için bahçeye çıkalım" davetinde bulundu. Bir grup öğrenci kışkırtıcı protesto çığlıklarıyla bahçeye yönelince bütün sınıf (ki mevcudu 1000'in üzerindeydi) bahçeye yöneldi. Aslında bahçeye çıktığımızda, orada, yalnızca bizim bulunduğumuzu gördüm. Ancak yüzlerce öğrenci orada toplanmıştı. İşte tam o sırada bir takım atlı polislerin, orta bahçenin Süleymaniye Camisi'ne bakan tarafında, kütüphane ile yemekhane arasında at koşturduğunu gördük. Kısa süre sonra birkaç tabanca sesi işitildi. Merkez binanın girişindeki geniş holde patlatılan tabancalardan çıkan bir kurşun som mermer sütuna çarparak sekmiş ve öğrencilerden Turan Emeksiz'e isabet etmiş. O günün akşamı sıkıyönetim ilân edildi. Üniversite tatil edildi. Ve 27 Mayıs hükümet darbesine giden süreç böylece başlamış/başlatılmış oldu. Hıfzı Veldet hocanın dersi tatil etmesiyle, arkasından bazı öğrencilerin kürsüye çıkarak öğrencileri kışkırtması arasında, bu günden geriye baktığımda bilinçli bir bağlantının bulunduğunu daha iyi görebiliyorum.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |