T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 31 MART 2006 CUMA | ||
|
Salı günü bu köşede yayınlanmış olan yazı ile ilgili olarak Kültür Bakanı Sayın Atilla Koç aradılar. Yazımdan rencide olduklarını ifade ettikleri için bu yazıyı yazmak kalemime borç oldu. Çünkü o yazıda doğrudan Kültür Bakanlığı hedef alınmamıştı. Meramımı daha iyi anlatabilirim umudu ile kaldığım yerden devam edeyim... İslami kesimin herkesi kuşatacak bir edebi kamuyu kurabilecek tek kesim olduğunu düşündüğüm için bu konunun ısrarla üzerinde duruyorum. Edebi kamu neden önemli? "Biz kimiz? " sorularının gittikçe daha yoğun olarak yaşandığı bir sürecin içinde, kör-topal yol almaya çalışıyoruz. "Biz kimiz? " sorusu, hem Türkiye'de yaşayan her kesim için önemli hem de yurt dışında yaşamakta olan Türkler (isterseniz Türkiyeliler diyebilirsiniz) için önemli. Edebi kamu, "BİZ"i bir değer olarak üretip, tartışacak eşit ve adil bir alan olmadığı sürece; insan hakları, demokratik hak ve hürriyetler, bir arada güvenle yaşama gibi konularda yol almamız pek mümkün görünmüyor. "BİZ" i sadece İslami kesim olarak sınırladığım düşünülmesin. Hayır her kesimden yazarı, "edebi değer" ortak paydasında buluşturabileceğinden bahsediyorum İslami kesime ektiğim umut ile. Bunu nerden çıkarıyorum? İslami kesimin okuyucusunun daha hareketli, yazara ve yayınevine göre gard almayan bir okuyucu olduğunun ispatı şuradadır: Kendisini gruplar üstü gören her (dindar)okuyucu, edebi değeri yüksek her yazarı kucaklar. Zihninde Necip Fazıl'ın mısralarıyla Nazım Hikmet'in; Sezai Karakoç, İsmet Özel, Hilmi Yavuz ile Edip Cansever'in, Ece Ayhan'ın Attila İlhan'ın mısralarını yan yana gezdirir. Tanpınar ile Atay yan yanadır kütüphanesinde. Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu okur ama Vüsat Bener'in öyküleri çok güzeldir diye bir söz duyar duymaz bir eserini bulabilmek için bütün kitapçıları dolaşır. Halbuki sol kesim "sağdan edebiyatçı" çıkmaz klişesinin konforuyla mest, bu tezini ispat edebilmek için de İslami kesimin çok satan romanlarına (hidayet romanları isimlendirmesi artık eksik kalıyor) bir iki nazar edip "ben dememiş miydim" tezli yazısıyla gözlerini kapamaya devam eder. Bütün bunların Kültür Bakanlığı ve TEDA projesi ile ne alakası var diyorsanız... Şudur: TEDA projesi Türkiye'deki yayıncıların yurt dışındaki yayıncılarla iletişime geçerek eserin yabancı dile çevrilmesi konusunda anlaşma yapıldıktan sonra, tercüme masrafının Kültür Bakanlığı tarafından karşılanmasına dayalı bir proje. Bakan Bey, bendenizin bu projenin kapsamını bilmediğimi düşünerek bilgilendirmek istediklerini, kimsenin eserinin Çince ya da başka bir dile çevrilmesi konusunda bir dahlinin olmadığını bildirdiler. İşte meselenin en can alıcı noktası burada. Çünkü Türkiye'deki sosyalistler, diğer ülkelerin sosyalistleri ile, feministler feministler ile iletişim halinde. Liberal edebiyat (?) zaten sınır tanımıyor. Fakat Türkiye'nin dindarları ile diğer İslam ülkelerinin dindarları arasında bir iletişim yok. İran'da da en çok okunan Türk yazarı Aziz Nesin, Sudi Arabistan'da da. Küresel dünyada bir kimlik üzerinden iletişim kurmak önemli. Sadece Türk yazar olarak dikkate alınmayacağınız bir ortamda ontolojik duruşunuz itibarıyla kabul görüp takdir edilmeniz mümkün. Demek ki İslami kesimde, ontolojik kimliğini eser üzerinden ortaya konup takdir edilmesi sürecinin, cezalandırmaya dönüşmesi sorunu ile karşı karşıyayız. Sosyalist, feminist yazarlar bu kimlikleri üzerinden "seçilirken", dindarların kimliği seçilmelerine değil, görmemezlikten gelinmelerine vesile oluyor. Kültür Bakanlığı ne yapabilir? Mesela dünyanın en önemli kitap fuarlarından sayılan Kahire Kitap Fuarı'na Türkiye'nin Kültür Bakanlığı nezdinde katılmamış olması, yapılabileceklerin yeterince değerlendirilemediğini göstermiyor mu? Mısır'da en az beş altı üniversitede Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü var. Bu bölümde okuyan öğrencilerin kitap ihtiyacının giderilmesi için Kültür Bakanlığı'nın üzerine hiç mi bir şey düşmüyor? Bütün İslam dünyasının kitap ihtiyacının Kahire Fuarı'ndan karşılandığı düşünülürse... Edebi kamu olarak, Batı'nın merceği olmadan, İslam dünyası olarak birbirimizi tanıma imkanını yeterince kullanamıyoruz. "İmaj yönetimi ve hasar denetimi" konusunda II. Abdülhamit dönemi kadar idealist olmadığımızı söylüyorum velhasıl. Bilinsin isterim ki, bu satırların yazarı kimseyi hele de bakanlığı asla rencide etmeği düşünmez. Ama fikrin kumaşı çeliktendir. Katı ve sert gibi görünse de uzun vadede ne kadar işlevsel ve dayanıklı olduğu ortaya çıkar. Edebi kamu için "harf" biriktirmeye çalışıyorum. Hepsi bu! Not: Bakanlık yetkililerine küçük bir hatırlatma. 13 Temmuz 2006 Fatma Aliye Hanım'ın ölümünün 70. yıldönümü. Bu vesile ile dünya kitap fuarlarına davet edilmiş ilk kadın yazarımızı yeni nesillere tanıtma imkanını değerlendirebileceğimizi ümid ediyorum.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |