Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Kaderin böylesi: Bir Goulag'tan diğerine
Medya bu adı taktığı, "Ermeni konferansı" dediği için hafta sonu gerçekleşen toplantıdan ben de bu ad ile söz edeceğim. İki dolu gün diyelim; programın ilk halinde üç güne yayılan oturumlar iki güne sıkıştırılınca "çay-kahve molası" bile verilmeden açılıp kapanan 12 oturum. Sabah 9'da başlayıp geç saatlere kadar süren iki dolu gün... Konferans'ta tartışılan konu tabii ki, değil iki, yüziki günde bile altından kalkılabilecek gibi değildi. Ama iyi bir başlangıç olduğu muhakkak. Keşke -toplantıda bir gazeteci arkadaşımızın söylediği gibi- hiç değilse bazı oturumları televizyon ekranlarından çanlı olarak aktarmak-izletmek mümkün olsaydı... Böylece, bildirilerden bilgilenmenin yanı sıra belki bilgilenmekten daha da yararlı olacak şu sonuç apaçık olarak ortaya çıkmış olacaktı: Tartışmanın, fikir alışverişinin kimseye zararı yoktur; tartışılan konu ne olursa olsun... "Söz", başkasının özgürlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik bir eyleme doğrudan işaret etmeyip, böyle bir eyleme doğrudan çağrı yapmadığı müddetçe "korkulacak bir şey" değildir. Bu çerçevede bir tahminimi de söyleyeyim: Konferans'ın özellikle ilk oturumlarında söz alarak salonun havasının hafifçe ısınmasına neden olan (ve işin bu yönü ile medyanın büyük ilgisini çeken) "karşıt görüş" sahibi hanımefendi büyük ihtimalle ikinci günün sonunda salonu baştaki duygu ve düşünceleriyle terketmemiştir. Emin değilim tabii ki bu sadece bir tahmin... Bu deneyi keşke diğer "karşıt görüş" sahipleri de yaşasaydı. Bir bildiri dinliyorsun, aktarılan bilgileri doğru diye kabullenmek veya bunların yerine yenilerini koymaya çalışmak tamamen senin elinde... Bu kadar basit, nizaya ne gerek var? Merak etmeyin, Konferans'ta sunulan bildirileri teker teker gözden geçirip işi tefrikaya dönüştürmeyeceğim. Bildiriler mutlaka yayınlanacak ve herkesin ulaşabileceği bir hal alacaktır. Ben bugün -o da çok kısaca- tek bir bildiriden söz edeceğim; Elif Şafak'ın 4. oturumda sunduğu "Zabel Yesayan ve 'sakıncalı Ermeni entellektüeller' listesi" başlıklı bildirisinden. Büyük bir ilgiyle dinlenen bu bildirinin özetinin özeti şöyle: Zabel Yeseyan, İstabul'da doğmuş, varlıklı bir Ermeni ailesinin kızıdır. Genç yaşta edebiyata ilgi duymuş ve bu ilgisini zenginleştirdiği donanımıyla giderek artırmıştır. Zabel Yeseyan, ne zaman ki 1909 "Adana olayları"nı yerinde incelemek için olay mahalline giden heyette yer alır ve yazarımızın yazı hayatı da hemen o vakit büyük bir değişim-dönüşüm gösterir. Fransızca kaleme aldığı "Yıkıntılar Altında" adlı kitap Zabel Yeseyan'ın yazı hayatındaki bu değişim ve dönüşümün delilidir. Elif Şafak, Zabel Yeseyan'ın bu kitabında (bile) imparatorluğun farklı cemaatlerinin bir arada "ebedi barış" içinde yaşayabileceğinden umudunu kesmemiş olduğunu özellikle aktardı bize. Özetin özetine devam: 1915 kâbusu kapıyı çalınca, "yola çıkacaklar" arasında Zabel Yeseyan da vardır. Ama o kendisini dışarıya atmanın bir yolunu bularak canını kurtarır. Kahramanımızı sonra Bakü'de, Sovyet Devrimi'nden sonra da Moskova'da görürüz. Peki ya sonra? Daha sonra kendisinden haber yok, çünkü o artık (Soljenitsin'in öümlelerini hatırlayarak söylüyorum) Goulag'taki "millet"in bir ferdidir... Goulag'ta, yani ilki 1918'de Lenin döneminde açılan ve Stalin döneminde milyonlarca (7 milyon diyen de var) insanın kapatıldığı "Çalışma Kampları Yönetimini"nin Rusçasında. Artık Zabel Yeseyan da, menşevikler, hali vakti yerinde olan köylüler, yazar çizerler, tarihçiler (...) yani "rejim aleyhtarları" ile birlikte Goulag'ın bir sakinidir. Oturum sona erip Elif Şafak'ı tebrik etmek için yanına gittiğimde, Ömer Madra da yanındaydı. Nitekim sonuna geldiğiniz yazının başlığını da oradaki konuşmamız sırasında Madra koymuş oldu: "Kaderin böylesi: Bir Goulag'tan diğerine".
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |