Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Derin cehalet
Ayşe Kulin, günümüz Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından biri. Biyografik, belgesel romanlar kaleme aldığını, Adı: Aylin'den beri bu romanların epey ilgi gördüğünü, çok sattığını biliyorum. Hemen her romanı bir çeşit olay gibi sunulan, özellikle konularının güncelliği veya ilginçliğiyle gündeme getirilen Ayşe Kulin'in kitaplarından herhangi birini okuma isteğini hiç ama hiç duymadım. Kuşkusuz, onun yazdıklarından da birçok şey öğrenebilirdim. Özellikle, biyografik çalışmaları, ister istemez belgesel bir çalışmaya da yaslandığından bilmediğim birçok ayrıntıyı saklıyor veya gösteriyor olabilirdi. Adı: Aylin'e, Sevdalinka'ya, Nefes Nefese'ye, Köprü'ye dokundum, istesem onların her birini okuyabilirdim. Ama hiçbirini okumadım. Bu tuhaf uzak duruşta, onun kadın oluşunun herhangi bir etkisi olduğunu sanmıyorum. Çevresinde oluşturulan hâlenin popüler niteliği, kitaplarının bir tür çoksatar oluşu muydu beni onu okumaktan uzak tutan? Bunun az çok etkisi olduğunu inkâr edemem. Fakat daha farklı, daha derin bir kuşku, bir güvensizlik vardı içimde Ayşe Kulin'e karşı. Bu kuşkuyu ve güvensizliği tam olarak nasıl temellendireceğimi, nasıl açıklayacağımı bilemiyordum ama onda bir çeşit kabuk bulunduğunu sanıyordum. Son somanı Bir Gün dolayısıyla Neslihan Acu, Ayşe Kulin ile bir söyleşi yapmış. Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi Picus'un Eylül sayısında yayımlanan söyleşiyi okurken rastladığım bazı cümleler, Ayşe Kulin'in kalın kabuğunu, gerçekliğe ulaşmasını engelleyen kabuğu gösterdi bana. Aşağıdaki cümleleri söyleyebilen bir yazarın zaman, tarih, insanlık hakkında sağlıklı, değerli, kuşatıcı, iyileştirici, uyarıcı, yol gösterici, soru ve cevap üretici bakış açılarına sahip olması mümkün mü? Ayşe Kulin demiş ki: "Demokrasi nedir? Sokaktaki adamın sesidir, onun mantığıdır. Dolayısıyla küçümsedikleri, hep birlikte yaygınlaştırmaya çalıştığımız şeyler: demokratikleşme, yaygın eğitim, v.s. Mesela sevgili Doğan Hızlan, herkesin okuduğunu, beğendiğini ben okumak istemem, diyor. O zaman biz harf devrimini niye yaptık? Otururduk eski harflerimizle yazardık, az insan okurdu, az insan bilirdi, öbürleri de okumazdı, bilmezdi." Söyleşiyi yapan Neslihan Acu, harf devrimiyle, hattâ genel olarak yazı ile okuryazarlık oranının nasıl bir ilgisi olduğunu soracak uyanıklıktan, bilgiden ve dikkatten yoksun. Bu vahim bir durum ama daha vahim olanı, Ayşe Kulin gibi ünlü, başarılı bir yazarın eski harfler ve yeni harfler hakkında böyle bir kanaate sahip olabilmesi; Çin'den, Japonya'dan, Kore'lerden, Filistin'den habersiz kalabilmesidir. Söylediği bu tuhaf sözleri okurken, Ayşe Kulin'e neden ilgi duyamadığımı da keşfetmiş gibi oldum. Karşımda meselâ Oğuz Atay'ı, meselâ Alev Alatlı'yı okuyup anlayabilecek yeterlikten bile yoksun olan bir "yazar" vardı. Türkiye adına içim cız etti. Sayın yazarın söyleşinin bir yerinde "Bir insan allame olamaz, her şeyi birden bilemez. Sırası geldikçe öğreniyorsunuz." demiş olması bile, acımı hafifletemedi. Ülkemizde böylesine derin bir cehaletin başarılabilmiş olması karşısında tüylerim bir kez daha diken diken oldu. Şurada burada ikide bir görülen o ünlü özdeyişte, "Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür." özdeyişinde geçen "kültür"ün "cehalet" anlamına gelip gelmediğinden kuşkuya düştüm.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |