Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Bu iş o kadar
tutmadı ki...
Konu hafiften bayatladı ama, kendini dil ve kültür meseleleriyle ilgili gören bu satırların yazarı için güncelliğini ve ehemmiyetini koruyor. Haberi Yeni Şafak'ta okudunuz. Fatma Durmuş'un konuştuğu TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akınalın, "Zaman zaman halk arasında TDK'nın bazı sözcüklere karşılık olarak bulduğu iddia edilen sözcüklerin gerçeği yansıtmadığını" söylemiş. Haklı... TDK, evet, bir dönem "budama makinası" gibi çalışmış, kullanım değeri yüksek ne kadar Farsça ve Arapça kökenli kelime varsa değiştirip, yerine birtakım abuk-sabuk karşılıklar önermişti ama, hiçbir zaman otobüse "çok oturgaçlı götürgeç", yumurtaya "tavuksal fırtlangaç" dememişti. Hele, "ulusal düttürü", "gökkonuksal avrat", "sosyal otlangaç" gibi tamlamalar hiçbir zaman TDK mamulu değildi. Bunlar, dil devrimini karalamak, küçültmek, gözden düşürmek için uydurulmuş karşılıklardı ve esasına bakarsanız "bir ölçüde" TDK'ya haksızlıktı. Fakat, bu demek değil ki, TDK sütten çıkma ak kaşıktır ve dil devrimi tamamen sahih niyetlerden kaynaklanmaktadır. TDK, bir dönem, af buyurun, işin bokunu çıkarmış, Türkçe'den başka dilde karşılığı olmayan kelimeleri bile değiştirmiştir. Bereket bu iş tutmadı. Sağ-sol ayrışmasının daha keskin olduğu "iç savaş yıllarında", yani 1970'lerde, dil, ideolojik mücadelenin bir aracı, bir parçasıydı; solcular TDK'nın önerdiği sözcüklerle konuşmaya-yazmaya dikkat eder ve böylece ortaya eylem koymuş olurlardı, sağcılar da bu eyleme TDK'yla alay eden sözcükler üreterek karşı koyarlardı. Bu, aynı zamanda, ideolojik duruşu tahkim eden bir tavırdı. Çocukcaydı ama, böyleydi. 12 Eylül'le birlikte, TDK'nın etkisi azaldı. Öztürkçe ısrarını sürdüren bir-iki fanatiğin özel gayretlerini saymazsanız, dilde "yenilik" ya da "devrim" çabaları akamete uğradı ve iyi ki de böyle oldu. Dil meselesi, Attila İlhan'ın da belirttiği gibi, "Gazi'nin yanlış yaptığı iki işten biridir. Gazi yaptığı yanlıştan döndü ama, sonradan gelenler sanki o işten dönmemiş gibi bu yanlışı sürdürdüler." Mesela, yakın zamanlarda, bu işler tam rayına oturmuşken, bir Milli Eğitim Bakanı (hadi adını da verelim, Metin Bostancıoğlu) çıktı, Türk ve Dünya klasiklerinin dilini sadeleştirecek bir "Öztürkçe Komisyonu" kurdu. Bu komisyon ne iş mi yapacaktı? Mevcut çevirilerin diline dokunacak, Cumhuriyet dönemi yazarlarının (Reşat Nuri'lerin, Refik Halid'lerin) dilini "anlayabileceğimiz" bir şekilde sadeleştirecekti. Yani, "cevap"ları "yanıt", "kitap"ları "betik", "kültür"leri "ekin" yapacaktı. Kitap isimlerini de gözden geçirecekti. Halit Ziya'nın ünlü "Aşk-ı Memnu"su, muhtemelen "Yasak Sevi" olacak, Baba Fiyodor'un "Suç ve Ceza"sı ise "Eylem ve Yaptırım"a dönüşecekti... "Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi" ne olacaktı kimbilir! Amaç, elbette sadece dili sadeleştirmek değil, bütün bir "ulus"un ya da meşrebinize göre "millet"in kültür ve tarih geçmişini budamaktı. Bereket bu iş de tutmadı. Bu işin tutmadığına, tutmayacağına en güzel örnek, Hilmi Yavuz'un, "Kitap yerine betiki kabul ettiremediler" açıklamasını, bizim arkadaşların "metik"e dönüştürmüş olması. Yani bu iş o kadar tutmamış ki, dil ve kültür meseleleriyle ilgili olması gereken gazeteciler bile, Nurullah Ataç'ın binlerce kez kullanmış olduğu "betik"i hatırlamakta güçlük çekiyor. Evet, yeri geldiğinde hepimiz "öztürkçe" tabir edilen sözcüklerden kullanıyoruz; bu yazıda, örneğin, TDK'nın önerdiği yığınla kelime yer alıyor. Mesela, hem "güncellik" diyorum, hem "ehemmiyet", hem sözcük diyorum, hem "kelime." TDK'nın yaptığı ve süreç içinde tutan, kabul gören, halkta karşılığını bulan sözcükleri kullanmakta, kendi adıma, beis görmüyorum. Biz, bütün bir milletin kültür ve tarih geçmişini yok sayan kronik öztürkçeciler gibi bağnaz olamayız. Hain, hiç. Dil, sonuçta, yaşayan ve kullanım değeri arttıkça gelişen bir şey. Bazı sözcükleri reddetmenin "olanağı" var mı?
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |