Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Röportaj: Fatma Durmuş
78'DÖNEMİ DEV-YOL'UN LİDERİ CELALETTİN CAN:
"80'de her kesimden bir milyon insan gözaltına alındı. Sadece solcular veya sağcılar değil, toplumun tüm kesimleri nasibini aldı o süreçten. Bilinçli bir şekilde solculuğu seçmedim, hiçbir zaman materyalist olmadım. Ülkücülerle çok konuştum 'yapmayın diye'. "1981'de Malatya'da bir köyde yakalandım. Köylülerin önünde nedamet getirmem için önce meydan sopası yedim. Sonra Malatya'daki eski askeri havaalanında kontr-gerilla timi 72 gün boyunca bana işkence yaptı. Çırılçıplak soyup elektrikli suya attılar. Filistin askısındayken ayaklarıma ağırlık bağladılar. Kırbaçlama, soğuk suda yıkama ve ayakta aç susuz bekletmeler oldu. Kafamız, gözümüz patladığında bizi hastaneye götürüyorlardı. Tedavi ettirip tekrar geri getiriyor ve kaldıkları yerden devam ediyorlardı." Celalettin Can 78 kuşağının Dev-Yol lideri. 12 Eylül'de içeri alındı. 19,5 yıl yattıktan sonra 99'un sonlarına doğru cezasını tamamlayıp çıktı. "En çok işkence gören solcu" ünvanına sahip oldu. 78'liler Vakfı'nı kurarak kendi kuşağının haklarını geri almaya çalıştı. 2004'te amacına ulaştı. Hak-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu ve AKP milletvekili Eyüp Fatsa ile yaptıkları ortak çalışmalar sonucu 78'lilerin kamu yasakları ve vatandaşlık hakları meclis kararıyla iade edildi. İşte Can'ın 12 Eylül tanıklığı: "80'de her kesimden bir milyon insan gözaltına alındı. Bu rakam Adalet Bakanlığı verilerine göre 650 bindir. Sadece solcular veya sağcılar değil toplumun tüm kesimleri nasibini aldı o süreçten. Gözaltına alınan insanların ezici çoğunluğu işkence gördü. Bilinçli bir şekilde solculuğu seçmedim. Hiç bir zaman materyalist olmadım. Elazığ'da bize saldırdılar. Biz de kendimizi savunurken doğal akış içinde solda bulduk yerimizi. Alevi kültürü tasavvufla iç içedir. İnsana çok açıktır. O zaman ülkücülerle çok konuştum. Yapmayın diye onlar da 'Celalettin sen iyi niyetlisin bilmiyorsun vatan elden gidiyor' diye cevap verirlerdi." DAYAK İLE BAŞLADILAR "1981'de Malatya'da bir köyde yakalandım. Köylülerin önünde nedamet getirmem için önce meydan sopası yedim. Sonra Malatya'daki eski askeri havaalanında kontr-gerilla timi 72 gün boyunca bana işkence yaptı. Çırılçıplak soyup elektrikli suya attılar. Filistin askısındayken ayaklarıma ağırlık bağladılar. Kırbaçlama, soğuk suda yıkama ve ayakta aç susuz bekletmeler oldu. Kafamız, gözümüz patladığında bizi hastaneye götürüyorlardı. Tedavi ettirip tekrar geri getiriyor ve kaldıkları yerden devam ediyorlardı." SOLCULARIN NAMUSLU OLDUĞUNU BİLMİYORDUK! "Gözlerimin önünde bir hemşireye tecavüz ettiler. Sonra da, "Biz solcuların bakire olduğunu, namuslu olduğunu bilmiyorduk. Ama sen hemşireymişsin, çıkınca bunu tedavi edersin" deyip bıraktılar. O bayan halen hayatta. İstanbul'da hemşirelik yapıyor ve evli. O bayanın örgütle hiçbir ilişkisi yoktu. Bir ev baskınında misafirlikte yanlışlıkla getirmişlerdi. O bayanla yıllar sonra İstanbul'da bir hastanede tesadüfen karşılaştım. Tecavüzcüler arasında Bedrettin isimli bir yüzbaşı vardı. Ona 'ciğersöken' diyorlardı. Bir Hava Albayı vardı. Bir teğmen ve birkaç yüzbaşı vardı. Askeri bir havaalanı olduğu için polis içeri sokulmazdı. Polisin görevi kapıda bekleyip işkence bittiğinde bizi gece kaldığımız yerlere götürmekti." GARDİYAN MESAJ GETİRDİ "Firar kararı verdik. İki ülkücü genç asılmıştı. Asılacakları gün gardiyan yanıma geldi. Sağcı bir gardiyan. Gençlerin asılma kararını biz protesto etmiştik. Ülkücü gençlerden birinin bana notunu iletti. Notta diyordu ki: "Celal abi, benim adım şu. Ülkücü harekettenim. Bunlar bizim memleketimizde bizi öldürecekler. Firar etmeyi denedik olmadı. Falanca hücrede benim demirlerim saklıdır. Onları alıp bari siz kaçın. Kaçarsan toprağın altından bunu hissedeceğim." İlk firar denemem. 1982 baharıydı. Ondan bir ay sonra biz kaçtık. O çocukların demirleriyle toprağı kazarak." Celalettin Can 19,5 yıllık mahkumluk hayatı boyunca Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Eskişehir, Amasya, Antep, Bursa ve İstanbul'daki cezaevlerinde yatmış. 99'da çıktığında meteliksiz ve 20 yıldır görmediği arkadaşları tarafından tanınmadığı bir ortamda bulmuş kendini. "Bireycilik, bencillik, egoistlik, vurdumduymazlık beni şok etti çıkınca" diyor. "Yalnızlıklar, çaresizlikler ve ilişki kurmakta zorluklar yaşadım. Birçok arkadaşımı içerde ve askılarda kaybetmiştim. Diğerlerini de dışarıda beni tanımaz halde buldum. Anladımki Türkiye bizim kuşakla birlikte çok şeyini kaybetti."
78'DE ÜLKÜ OCAKLARI BAŞKANI HASAN ÇAĞLAYAN:
'Milli ve manevi değerlerine bağlı gençler olduğumuz için kendimizi ister istemez ülkücü hareketin içinde bulduk. İhtilal gecesinin sabahı sağdan ve soldan insanlar yakalanmaya başladı. Kaldığım öğrenci evinin kapısı çalındı, gelenler polis ve jandarmaydı." "Türkiye'de sadece solcular değil bir çok kesim o dönem ülkücülerin ABD tarafından kullanıldığını iddia ediyor. Ancak o dönem öyle bir dönemdi ki ABD solu da kullandı. Evet, ABD biz farkında olmadan Türkiye'deki pskilojik harekatta bizi kullanmış olabilir. Daha doğrusu varlığımız onların hoşuna gitmiş olabilir. Ancak biz kimseden para veya başka türlü fiili destek almadık. Ülke hakkında kaygılar duyan bir gurup genç çocuktuk." Hasan Çağlayan 12 Eylül darbesi yapıldığında Ankara'da genç bir üniversite öğrencisiydi. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığını yapıyordu. Darbeden sonra o yılın mayıs ayına kadar bu görevde kaldı. Bir dönem milletvekilliği yaptı. Halen BBP'de görev yapıyor. İşte Hasan Çağlayan'ın 12 Eylül tanıklığı: "Anadolu'dan gelmiş milli ve manevi değerlerine bağlı gençlerdik. O dönem üniversitelerde gençlerin sığındığı iki liman vardı. Sol ve Ülkücü hareket. Biz de kendi değerlerine bağlı insanlar olduğumuz için ister istemez kendimizi ülkücü hareketin içinde bulduk. İhtilal gecesinin sabahı sağdan ve soldan insanlar yakalanmaya başlandı. Anladıkki bize de sıra geldi. O günden sonra kaçak hayatımız başladı. 27 Ocak akşamı kaldığım öğrenci evinin kapısı çalındı. Gözetleme deliğinden baktım ve sivil polislerle birlikte gelen jandarmaları gördüm. Beni alıp götürdüler." "SİZİ KUCAKLAMAK İSTİYORUM!" "Bir keresinde hapishanedeki sol görüşlüler isyan başlattı. Görevliler Ülkücü başkan ben olduğum için bizim koğuşa geldi. İsyanı bastırmak için bizi kullanmak istiyorlardı. Onlara şu cevabı verdim: " Bizim 12 Eylül öncesi yaptıklarımız vatanın bütünlüğünü korumak içindi. Burada bize yaptırmak istediğiniz ise çok farklı. Kendimizi kullandırmayız. Zaten 12 Eylül öncesi yaptıklarımızın mükfatını burda aldık. Artık kimsenin oyununa gelmeyiz. Asker isyan bittiğinde onları da bizi de meydanda toplayıp dövdü. Korkunç bir görüntüydü. Solcuların durumu çok ağırdı. Hepsi baygın düşmüştü. Onları koğuşlarına taşıyıp yaralarını sardık. Yıllar sonra Ankara'da Kızılay'da o sol mahkumlardan biri beni durdurdu. "Beni tanıdınmı" dedi. Tanımamıştım. Kendisini hatırlattı. ''Kaç defa içerde sizi tavrınızdan dolayı kucaklamak istedim, fakat bizimkilerin tepkisinden çekindiğim için yapamadım' dedi ve beni kucakladı." ÜLKÜCÜYE MÜSTEHCEN ŞARKI İŞKENCESİ! "Bizim gibi manevi değerlerine bağlı gençlere yaptıkları en ağır işkencelerden biri bazı türkülerin ve şarkıların sözlerini onurumuzu kıracak bir şekilde değiştirip zorla bağırtarak söylettirmeleriydi. Kulaklarımıza, dişimize ve dilimize, vücudumuzdaki tüm hassas noktalara gün boyu elektrik verilirdi. Ardından sırtımızdan kalasla bağlayarak iki duvar arasanda çarmıha gerdiler. Bizden, olan olaylarda azmettirici konumda bulunduğumuzu ispatlayacak ifadeler istiyorlardı. Ölüm ve kitlesel olaylarda teşvikçi olduğumuzu ispatlamak istiyorlardı. 21 günlük ön işkence döneminden sonra cezaevine gönderdiler." ÜLKÜCÜ VE SOLCU AYNI KAFESTE "Cezaevinde kafese alındık. Dört tarafı demirlerle kaplı kuş kafesine benzeyen 15 kişilik kafeslerde sağdan ve soldan otuz kişiyi bir arada tutuyorlardı. Birbirimize yapışık bir şekilde dururken demirlere yaklaşanları asker dipçikliyordu. Devamlı ayakta duruyorduk. Dipçik yemekten her tarafımız mosmor olmuştu. Tuvalete ancak onlar istediğinde gidebiliyorduk. Sonra koğuşa gönderildik ve orada koğuş işkencesi başladı. Sabah gün ağarınca ayağa kaldırıp gece 11'e kadar ayakta tutuyorlardı. Oturmak yasaktı. Moral bozucu hitap tarzlarıyla tahrik etmeye çalışıyorlardı. Orası bir çoklarımızın bu koğuştan çıkalım yeter ki üç yıl yerine altı yıl yatmaya razıyım dediği bir yerdi. 120 kişi 60 metrekarelik yatakhanelerde kalırdık." "HALA RÜYALARIMA GİRİYOR"
"Benim gibi grup liderlerine karşı daha değişik baskı yöntemleri uygulanıyordu. Bir keresinde çok efendi ve aklıselim bir çocuğu benim yanımda bir Binbaşı tokatlamaya başladı. Yüzüne şamar atarken bir yandan da "Abileriniz gelsin, başbuğlarınız gelsin, hadi gelip kurtarsınlar sizi" diye bağırıyordu. Binbaşının amacı beni isyan ettirip askere isyan etti diye hücreye attırmaktı. Çocuğun yüzüne o kadar çok darbe vurduki yüzü morardı. Fakat çocuk bir kere "Ah!" demedi. Ben de sesimi çıkartmadım. Halen bazı geceler çocuğu o halde rüyalarımda görüyorum."
|
|