Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Bu kez olsun...
Üzerinden yirmi yıldan fazla bir süre geçti, ama hayatımın en büyük şoklarından birini dün gibi hatırlıyorum. Güvenlik belgesi almak üzere gittiğim bir büyük ilimizin Emniyet Müdürlüğünün özel izinle girilen bölümünde bir 'ideolojik insan meşheri' ile karşılaşmıştım. Her eğilimden 'radikal' tipler o 'gizli' bölümde volta atıyordu; bıyıkları ve giysileriyle eyleme çıkmaya hazır 'mürteci', 'ülkücü' ve 'solcu' tipler kolkola... Yıllar öncesinin o büyük 'şokunu' bana hatırlatan, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in, geçen cuma eylemlerine ilişkin açıklamasında, "O çevrede çok sivil polis vardır, eylem sırasında neredeydiler?" sorusu oldu. Gerçekten de o polisler neredeydiler acaba? Türkiye'de hiçbir 'eylem' durduk yerde olmuyor. Toplumsal hareketler içinde yer alanlar iyi bilirler: Mâsum ve doğru amaçlı olanlar için bile mutlaka bir tahrik gerekir. O ilk tahriki iyi niyetli birileri doğru sonuç almak için de yapabilir, kötü niyetliler hedef saptırmak için de... Yerli de olabilir tahrikçi, yabancı eller de... Bizim insanımızın tahriklere rağmen kolay harekete geçmeyen bir umursamazlığı olduğunu da unutmamak gerekiyor... Osmanlı'nın son yılları da 'kışkırtıcı' tanımına uyan pek çok olaya sahne olmuştu, ama biz yine de dikkatimizi Cumhuriyet tarihe yoğunlaştıralım: Tarihe 'Şeyh Said isyanı' olarak geçen olayda yabancı parmak pek belirgindi; sonunda olan 'Misak-ı Millî' kırmızı çizgilerimize oldu. Bir de özgürlüklerimize... İsyan üzerine çıkartılan 'Takrir-i Sükun Yasası' demokrasiye geçişi erteletti Türkiye'ye... Özgürlükleri kısıtlayıcı yasaların çıkartılma hazırlığının hep 'kışkırtıcı olaylar' ile öncelenmesi bir tesadüf müdür? TCK'nın ünlü 141, 142 ve 163. maddeleriyle Atatürk'ü Koruma Yasası, Anayasa Nizamını Koruma Yasası gibi düzenlemeler öncesinde mutlaka 'kışkırtıcı' olaylar yaşanmıştı. 6-7 Eylül'ün 50. yıldönümünde ortalığa saçılan hazin gerçekler herhalde gözlerimizi açmaya yaramalı. Bugüne bir de o gözle bakmakta yarar var. Bugün yaşanan da pek farklı değil zaten: "İstanbul'da Cuma namazı çıkışında yapılan gösteri Türkiye'ye 'hilâfet' getirir" diyebilecek tek kişi var mı içinizde? Ya da, ellerinde Öcalan posterleriyle yol kesen kalabalıkların sonunda İmralı sâkinini kurtaracaklarına inanan? Oysa, bu iki gelişme üzerine, bir yandan Terörle Mücadele Yasası'nın daha şu yakınlarda yumuşatılmış maddelerinin yeniden sertleştirilmesi talepleri yükseliyor, bir yandan da 'olağanüstü hal' beklentisi pompalanıyor. Olayların hiç ön planda görünmeyen birilerinin işine yarayacağı, özgürlükler yolunda ileriye doğru yürüyüşü akamete uğratacağı belli. Bu oyuna her seferinde gelmek zorunda mıyız? Aslına bakılırsa, bu sorunun ilk muhatabı olması gereken toplum kesitlerinin oyuna geldikleri pek söylenemez. Tersine, nereden bakarsan birkaç yüz kişiden ibaret bindirilmiş kıtalar veya harekete geçmek için emir ve tâlimat bekleyen çakallar dışında yollara dökülen pek yok. Ön planda görünenler, yetkililerin de ifşa ettikleri gibi, 'bildik şüpheliler' zaten... Kıran-döven tiplerin bu cesareti nereden aldıklarını tahmin etmek de güç değil. Halkın bütünü ise olabildiğince serinkanlı ve sağduyulu davranıyor... Sorunun esas muhatabı siyasî iktidardır. Başbakan yardımcısının hayretini çeken başıboşluğu ortadan kaldıracak bir kararlılık hükümetten gelmek zorunda. Serinkanlılığı kaybetmeden, sağduyuyu elden bırakmadan, telâşa kapılmadan yapılabilecek çok şey var... Ne olur, bu kez olsun oyuna gelmeyelim ve yapay bunalımla sonuç alabileceğini sananların ellerini böğürlerinde bırakalım.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |