Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Pakistan'da 'bir
nesli yitiren' kim?
Pakistan'da meydana gelen depremin boyutlarını en çarpıcı biçimde ifade eden sözler Pakistan Ordu Sözcüsü General Şevket Sultan'a ait: bir nesli kaybettik…Toplam can kaybının şimdiden 20-30 bin gibi bir rakamlarla ifade edildiği felakette ölenlerin önemli kısmının çocuk olması yaşanan acıyı daha da dramatikleştiriyor. "Bir neslin kaybedilmesi" gibi felaket, her toplumun kolay kolay sarabileceği bir yara değil şüphesiz. Tarihi anlamda duygusal boyutlara varan çok özel ilişkilerimizin olduğu bu yaralı ülkeye karşı sorumluluk sınavı içinde olduğumuzu unutmamalı. Zaten var olan sorunlarına ilaveten böylesi bir depremle sarsılan Pakistan'ın yaralarını sarabilmesi için maşeri vicdanın harekete geçirilmesi gerekir. Maşeri vicdanı harekete geçirecek olan kanallar artık büyük ölçüde medya üzerinden geçiyor. Medya ve iletişim kanallarının toplumsal yapıyı ne kadar yansıttığını tartışabiliriz ama toplumu yönlendirdiği/şekillendirdiği önümüzde bir gerçek olarak duruyorsa eğer; medyanın ve onun arkasındaki zihniyetin nasıl bir toplum duyarlılığı şekillendirmek istediğini bu felaket üzerinden ölçebiliriz. Önce şunun altını çizelim; her şeyi magazinleştiren, toplumun duyarlılıklarının içini boşaltan, yapay gündemlerle manipüle eden medyadan hep yakınırız. Fakat Pakistan depremiyle ortaya çıkan medya dili zihniyet dünyamızın deşifresi bakımından son derece önemli kırılmalara işaret ediyor. Hatırlarsanız Gölcük depremi sonrasında yardımlar konusunda tam bir semboller mücadelesi yaşanmış, bu arada Türk toplumunun zihninde de bazı küçük depremler oluşturulmuştu. Bunlardan ikisi önemliydi, İsrail'in yardım elini uzatan ilk ülke olduğu işlenerek adeta propagandaya dönüştürülmesi gözlerden kaçacak gibi değildi. Bu vesile ile yaşadığımız deprem felaketinin birileri adına başarılı piar kampanyasına dönüştürüldüğüne tanık olduk. Abartılı ve eksik yardım haberi tam bir diplomatik kampanyaya dönüştü. Buna paralel olarak yapılan bir başka habercilik tam bir diplomatik kampanyaya dönüşmüştü. Resmi söylemin destek vermesiyle Yunanistan-Türkiye hattında geleneksel düşmanlığın kırılmasına yönelik bir yeni bir sayfa çıldı. Gelen yardımların hiç birine nankörlük edilmez kuşkusuz; ancak, bunun bir siyaset aracına dönüştürülerek tersinden başka bir nankörlüğe yol açabilceğini de görmezlikten gelmeyiz. Özellikle İslam dünyasından gelen yardımların görmezden gelinmesi merkez medyadaki bu bilinç altının yansımasıydı. Yardım konusunda büyük devletlerin sadece insani kaygılarla hareket etmedikleri konuyla ilgilenenlerin bildiği bir gerçek. Zengin ülkelerin askeri ve ekonomik stratejilerinden bağımsız olmayan bir yardım stratejileri vardır. Yardımın miktarı, önceliği ve hangi amaçla kullanılacağı bu 'ülkenin potansiyeli' ile yakından alakalıdır. Gölcük depremiyle başlayan Türkiye Yunanistan hattındaki yakınlaşma daha sonra Yunanistan'da yaşanan küçük çapta depremde karşı yardım ile adeta deprem diplomasisi ortaya çıktı. Böylece küçük de olsa yardım ekiplerinin yaptıkları sembolik yardımlar devasa diplomatik adımlara dönüştürülerek zihinlerimizde yatan düşmanlıklar bir anda silindi ve Türk -Yunan kardeşliği tesis edilmiş oldu! Ramazan ayında Pakistan gibi bir ülkede yaşananların medyada yansıyış biçimi bu açıdan çok önemli. İnsan olarak kayıtsız kalamayacağımız bu felaket karşısındaki sergilenen duyarsızlık nasıl izah edilmeli? Kendi içine kapanmış, en temel sorunlarını bile magazinleştiren bir medyanın dış dünyada olup bitenlere karşı duyarsızlığının bir yansıması olarak geçiştirebilir miyiz? Sergilenen bu duyarsızlıkta medyadaki ciddiyetsizliğin payı büyük; ancak ciddiyetsizlikle geçiştirilmeyecek kadar da bir ön yargının, hatta ideolojik kaygının olup olmadığı tartışmalıdır. Bu ülkenin en karanlık günlerinde Muhammed İkbal gibi gür bir sedayı yükselten bu halkın acılarına sıradan bir haber düzeyinde bile ilgi gösterilmemesi bile utanç verici. Sorulması gereken soru şu: Maddi boyutu ne olursa olsun, büyük bir felaketle sarsılan bu halka yardım eli uzatmak için toplumun harekete geçmesinden sakınanlar Müslüman dayanışmasının, kardeşlik duygularının harekete geçmesinden mi korkuyor? Yoksa hem insanlık hem tarih karşısında bu toplumda yankı bulan, yer edinen, maşeri vicdanı harekete geçiren her ne varsa tümüne karşı bu kadar kayıtsız mıyız? Sorunu cevabı ne olursa olsun asıl 'bizim yıkıntılar arasında kaç nesil yitirdiğimizi' sorgulamamız gerekiyor. Bu zihniyete kaç nesil verdik onu sorgulayalım.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |