Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Test edildi, onaylandı
Siyaset adamlarını hep en kötü halleri ve sözleriyle hatırlıyoruz; âdeta 'millî spor' bu, bizler için... Aklınıza hangi siyasetçiyi getirirseniz getirin, onunla ilgili zihninize ilk üşüşenin olumsuzluklar olduğunu göreceksiniz. "Anayasayı bir kere delmekten ne çıkar?" ile başlayıp "Kadayıfın altı henüz kızarmadı" ile devam eden bir dizi söz ve görüntü, o söz ve görüntülerin sahipleriyle ilgili belleğimizin en ön rafında yer alıyor... Oysa, siyaset adamlarının olumlu yönleri de var; hatta siyaseti 'ülkeye hizmet sanatı' olarak görmeye başlarsanız, en kötü siyaset adamlarını bile yalnızca sanatını iyi icra etmediği için suçlayabileceğinizi fark edersiniz. Ancak, genellikle, siyasete bambaşka bir gözle bakarız biz; bu yüzden de siyaset adamları ile ilgili kanaatlerimiz hep olumsuz söz ve görüntüler üzerine oturur. Churchill, Kennedy, De Gaulle örnekleriyle ilgili gerçeğimiz ise bunun tam tersi: Başka ulusların hiç kuşkusuz değerli liderleridir onlar; ancak hiç mi yanlış yapmamışlar, kendilerini veya uluslarını gülünç duruma düşürmemişlerdir? Etraflarında yanlış insanlar bulundurmamış, hatalı kararlarıyla hiç mi zararlı sonuçlara yol açmamışlardır? Biraz belleğinizi kurcalayın, herbirinin hayli yüklü birer suç dosyasıyla karşılaşacaksınız... Olsun, yabancı siyasetçiyi daha iyi, temiz ve akıllı, bizim siyaset adamlarımızı ise kötü, beceriksiz ve kirli görme peşin fikri hepimizi etkisi altına almış bulunuyor... Başkalarının bizim siyasetçilerimize yönelttikleri övgüleri bile kuşkuyla karşılamamız da bundan... Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) mâcerası en kritik dönemeci başarıyla geçti. Müzmin AB karşıtları dışında herkes alınan sonuçtan memnun. Durum bu sevinci hak da ediyor: Türkiye AB perspektifi içinde kaldıkça daha yaşanılır bir ülke haline geliyor çünkü; insanların refahı artıyor, özgürlüğü daha güçlü solumaya başlıyorlar... Bu gelişme bir boşlukta yaşanmadı; tersine, dolu dolu bir gündemin, çok tercihli bir sınavın sonucunda yakalandı AB treni. Biz son 24 saatin hırçın pazarlıklarını gözledik kamuoyu olarak, ancak aylar boyu süren yıpratıcı bir sürecin sonucuydu o 24 saat. Daha da önemlisi, Türkiye'yi AB'ye taşıyan siyasî kadro, en ufak bir hatalarının kendilerine vebal olarak döneceğinin bilincinde insanlardan oluşuyor; kafaları, gönülleri yanında vicdanlarıyla da tartmak zorundaydılar yürüttükleri pazarlıkları... Bugün bir başarıdan söz ediliyorsa, bu başarının sahiplerini de tebrik etmemiz gerekmez mi? AB'nin en kritik dönemecine doğru yol alınırken, karşı tarafı belli bir çizgiye getirme amacıyla sarf edilmiş öylesine sözleri ve o sözler sarf edilirken verilen hırçın görüntüleri mi belleğimize atacağız, yoksa sürecin bütününde sergilenen ve sonrasında yapılan konuşmalarla daha da perçinlenen birinci sınıf siyaset ve devlet adamlığını mı? Bu soruya vereceğimiz olumlu cevap elde ettiğimizin kadrini bileceğimizin de nişânesidir. 17 Aralık ve 3 Ekim dönemeçleri Türkiye'yi AB'ye taşıdığı gibi, bir lideri de test edip onayladı: Başbakan Tayyip Erdoğan... Başbakan Erdoğan, AB sürecinin ülkenin hayrına bir istikamet olduğuna inandı ve erişilmesi müthiş zor sonucu elde etmek üzere olağanüstü bir gayret gösterdi. Böylesi başarılarda gayret tek başına yeterli değildir; kıskançlık yapmayıp hakkın bütününü teslim etmemiz gerekiyor: Tayyip Erdoğan'nın başarısı gerçek bir liderlik başarısıdır... Lider demek, başında bulunduğu kadroyla birlikte ulusunun çıkarlarını titizlikle korurken, bunu herkesin gözleyebileceği bir zerafet içerisinde yapan kişi demektir. Bu sürecin her karesine egemen olan öyle bir liderlik işte. AB sürecinde kalmaya devam ederek Türkiye kazandı, ancak kişisel davranışlarımız bu olumlu gelişmeden etkilenmezse bir şeyleri yine de eksik bırakmış oluruz. Gelin, siyaset adamlarımızı hep en kötü halleriyle hatırlama kolaycılığından vazgeçelim, hakkı olanın hakkını gönül rahatlığıyla teslim edelim.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |