Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Türkiye'nin misyonu
Türkiye açısından Avrupa Birliği (AB) süreci, pek çok başka câzip yönü de olmasına rağmen, asıl 'uygarlıklar uzlaşması'na yarayacağı için özel önem taşıyor. Bu görüş bu sütunda pek çok kez savunuldu. Bunun tam tersini düşünen, 'uygarlıklar' farklılığını vurgulamanın Türkiye'nin aleyhine olacağını ve hükümetin bu vurgudan vazgeçmesi gerektiğini savunanlar da var. Hangisi doğru? Türkiye açısından, AB'nin, demokrasi ve insan hakları konusunda önemi var. AB üyeliği yolunda ilerlediği sürece ekonomisi de iyileşecektir Türkiye'nin. Daha özgür ve daha müreffeh olmayı kim istemez? Ancak, Türkiye'nin AB üyeliği, aynı süreç içerisindeki başka ülkelerden daha farklı bir anlam da taşıyor. İçinden bir çok itiraz ve aykırı ses yükselmesine rağmen, AB'nin, Türkiye'nin üyelik sürecini durdurmamasının en önemli sebebi de o 'anlam' işte. Biraz iddialı görünse de görüşümüzü kayda geçirelim: İktidarda Ak Parti'nin bulunması Türkiye'yi AB nezdinde daha da câzip kılıyor... Dünya, bir süreden beri, ciddi bir çatışma ortamına doğru yol alıyor. Başta hayli tepki çeken 'uygarlıklar çatışması' tezi meydana gelen olaylarla doğrulanacak gibi. Çatışma odakları da, giderek, 'kültür farklılığı' temelinde bir cepheleşmeyi zorluyor. Cepheleşme, vaktiyle, Güney-Kuzey ekseninde oluşur ve 'zengin-fakir çelişkisi' üzerine otururdu; şimdi ise, Doğu-Batı ekseni ve 'uygarlıklar çelişkisi' biçiminde kendini belli ediyor. Fakirin zengine verebileceği zarar ne de olsa sınırlı; ancak uygarlık temelinde çıkacak bir çatışma, ucuzlayıp yaygınlaşan teknolojinin de yardımıyla, bildiğimiz uygarlığın sonunu getirme potansiyelini içinde taşıyor. Kafa tutmaktan işi sıcak savaşa vardırmaya kadar bu çelişkinin her türlüsünden keyif alan ve çelişkinin çatışmaya dönüşmesini teşvik edenler var elbette; ancak bu gidişi olumlu bulmayan ve çelişkiyi ortadan kaldırmak için çare arayanlar da az değil. 11 Eylül eylemleri ve ABD'nin o eylemlere verdiği cevap, çelişki-çatışma ekseninde gerçekleşti; AB'nin ise genel hatlarıyla o eksenden huzursuzluk duyduğu biliniyor. Bu çelişkinin bir tarafında, çok gönülsüz ve hazırlıksız olarak, İslâm Dünyası bulunuyor. Kendi değerler sistemini savunmada zorlanıyor o dünya; çelişkinin karşı cephesinden üzerine yağdırılan/ yağdırılacak öfke taarruzu karşısında çâresizlik sergiliyor. Çatışmacı ortamın kendi aleyhine sonuçlanacağının fena halde farkında; ancak bunu durduracak bir tedbire de sahip değil. Bu durum da, İslâm Dünyası'nın insanlarını, istemeseler bile, çatışmacı ortama biraz daha yaklaştırıyor. Türkiye'nin AB perspektifi içerisinde yer almasını, bu gidişin önünü kesebilecek, hiç değilse çatışmacı ortamın yanlışlığını açığa vurabilecek bir gelişme olarak görmemiz gerekiyor. Bu bir 'misyon' ve Ak Parti böyle bir zamanda iktidara geldiği için, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları bu 'misyonu' doğal olarak sırtlamış bulunuyorlar. AB içerisinde Türkiye'nin varlığı, sadece global ekonomik¸düzen veya sadece siyasî sistem açısından değil, kültürler arası ilişkiler bakımından da hayatî önemde. Türkiye AB içinde ilerledikçe kendi değerler sistemini Batı'ya da iletmiş olacaktır. AB'nin Türkiye'ye en fazla o değerleri temsil etmesi yönünden ihtiyacı var. 'Uygarlıklar uzlaşması' için özel çaba göstermezse Türkiye, AB üyelik perspektifinden de uzak düşecektir. Bu gerçeği en iyi anlayanlar ve sürece en fazla destek çıkanlar İslâm Dünyası'nın insanları... Lüksemburg'ta alınan kararın en az bizim ülkemizde uyandırdığı büyüklükte bir sevincin uzak-yakın İslâm coğrafyasında duyulması bu sebepten. Türkiye, geçmişte, 'Batı karşısında' o dünyayı savunan güçtü; İslâm Dünyası, bugün de Türkiye'nin 'Batı içinde' kendisini koruyan güç olacağının farkında. Hükümet şunu iyi bilsin: 'Uygarlıklar uzlaşması' tezini terk eden, ya da o 'misyonu' geri plana iten Türkiye, AB ülkeleri gözünde değerini yitirecek, 'misyonsuz' AB üyeliği kendi halkı için de câzip olmaktan çıkacaktır.
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |