T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 26 ARALIK 2005 PAZARTESİ | ||
Bugün bir yenilik yapıp akıllara sezâ bir faraziyeyle yazıya beklenmedik bir başlangıç yapacağım: Geleceğin bilim adamları ikibinli yılların insanını anatomik açıdan incelediklerinde çok şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşacaklar. Bütün organları aşırı kullanımdan heder olmuş organizmalarda, bir tek organ bu genel vaziyetin dışında bir vaziyet arzedecek. İkibinli yılların insan beyni diğer organların aksine neredeyse pırıl pırıl görünümüyle bilim adamlarını şaşırtacak. Ancak yapacakları küçük bir araştırmayla beynin sırrını çözecekler. İkibinli yılların hayat tarzının insan kalbini, karaciğerini, böbreğini, midesini ve dalağını çok yorduğunu, buna karşılık insan beyninin çok az ihtiyaç hissedilen, dolayısıyla az kullanılan bir organ olarak neredeyse hiç yorulmadığını, eskimediğini ve yıpranmadığını keşfedecekler. Filimkurgusal uçukluklar içeren bu faraziyemin mantıksal bir defoya sahip olduğunun farkındayım, geleceğin bilim adamlarını üzmemek için onu da açıklayayım: Böyle bir kurgu içinde insanlardan bazılarının "geleceğin bilim adamları" olabilmesi imkansız elbette. Yakından tanık olmayabilirsiniz ama bilim adamı olmak için dünyanın pek çok yerinde esaslı biçimde beyin kullanmak gerekiyor. Yani öteki organlarla birlikte beyni de biraz eskitmek gerekiyor. Böyle bir defonun bir faraziye için çok iri bir defo olduğunu kabul ediyorum. Ama bu faraziyeyi insanlık için kurgulamış bulunuyorum ve bu özür herhalde defoyu görünmez hale getirir. Şimdi gelelim bu muhabbetin kıvılcımının nerede/nasıl çakmış olduğuna. Biliyorsunuz şu günlerde rektörlere hak vermek moda... Ben de sosyal süreç trenini kaçırmak istemeyen bir köşe yazarı olarak bu modaya uymaktan geri kalacak değilim. Üstelik çok zor yakalanacak bir fırsatı yakalamış, kendime yüzde yüz hak vereceğim bir rektör bulmuşken... Kim o rektör? TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tahsin Kesici... Neden kendisine hak veriyorum? Çünkü sayın rektör cesaret göstererek, insanların akıl ve zekalarının büyük bir kısmını kullanmadıklarını ya da israf ettiklerini kamuoyuna açıklıyor. Bu tezini de yapılan bilimsel araştırmalara dayandırıyor. Bu sözlere sadece hak vermekle kalmam, altına imzamı da atarım. Bu tez, beni sinirlendiren pek çok şeyi açıklıyor. Toplumsal hayatta ters giden pek çok şeyi de açıklıyor. Aklımızı ve zekamızı biraz daha fazla kullanabilsek, yeryüzü abesle iştigalin anavatanı haline gelir miydi? Kendini bütün olumsuzlukların istisnası zannedenlerin benim hararetle hak verdiğim bu teze katılmayacağını biliyorum. Onlar için küçük bir uyarım var. "Ne münasebet, ben aklımı da zekamı da gayet iyi kullanıyorum" cümlesi, buram buram akılsızlık ve zekasızlık kokan bir cümledir. İyi düşünürseniz bu cümlenin içindeki "ununu elemiş, eleğini asmış"lık haleti ruhiyesini hemen kavrayabilirsiniz. Kullanılmaktan yorgun düşmüş bir akıl ve zekanın böyle kibirli çıkıntılıklarla işi olmaz. Böyle cümleler kurmak için ufacık bir parça da olsa akıl ve zeka gerekiyor mu bilmiyorum. Gerekiyorsa eğer, bilin ki bu akıl ve zeka israfıdır. Gocunacak bir şey yok, bizler ikibinli yıllarda yaşıyoruz. Yaşadığımız bu çağda sabah evinden akıllı ve zeki çıkan bir adamla, akılsız ve aptal çıkan bir adamın sosyal zeminde farkını ortaya çıkaracak pek az durum yaşanıyor. Bugünün dünyasında akla ve zekaya üstünlük getirecek pek az kullanım alanı var. Her şey taklit, teknik ve gargara ile hallediliyor. Bu bir gerçek, bunu kabul edelim! Akşam aklı ve zekası elinde kalmış biçimde evine dönen bezgin adamlar bunu zaten biliyor!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |