AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Diyarbakır'da Başbakan'dan Kürtlere mesajlar...
Sıcak mı sıcak bir Diyarbakır günü. İklim siyasi açıdan da sıcak. Başbakan'ın çarşamba günü Ankara'da yaptığı tarihi konuşmanın ardından Diyarbakır'da nasıl karşılanacağı, söyleyeceği sözler, Kürt sorununa yönelik vurguları merakla bekleniyor, bölge insanı için ciddi bir beklenti oluşturuyordu. Başbakan'ın geziye verdiği önem heyetten de belliydi. Başbakan Yardımcısı ve Dışişileri Bakanı Abdullah Gül, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Tarım Bakanı Mehdi Eker, Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Özak, heyetin ağır topları olarak başbakanın yanında yer alıyorlardı. Önce şunu söylemek gerek: karşılama sönük, hatta soğuk oldu. Kişisel olarak, bu mesafenin hayal kırıklığı yarattığını söylemek isterim. Kanımca Başbakan'ın Ankara'da yaptığı çıkış, Kürt sorununun varlığını vurgulaması, bu sorunun demokrasiden taviz vermeden ve daha fazla demokrasiyle çözüleceğini vurgulaması, ciddi ve çoşkulu bir karşılık gerektiriyordu. Başbakan konuşurken meydanı dolduran 600 kişiye bakarken, Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir'e, "neden uzatılan ele karşılama mesajı vermediklerini, meydanı 100-150 bin kişiyle doldurmadıklarını" sorduğumda aldığım yanıt hayal kırıklığımı biraz daha arttırdı. Daha sonra CNN'de de tekrar ettiği üzere "başbakan önceden birilerini gönderip bizden talep etseydi yapardık, söylenenler lafta kalmaz somut adımlar atılırsa 1 milyon kişi bile toplarız..." diyordu Belediye Başkanı... Güneydoğuluların bilmesi gerekir ki, bu pazarlıkçı tavır, kendisini ayrı bir yere koyma politikası, sorunun çözümünü kolaylaştırmıyor, tersine zorlaştırıyor. Başbakan'ın Diyarbakır konuşmasına gelince... Ankara'daki açılım devam etti. Her ne kadar Başbakan'ın Diyarbakır konuşmasında devlet, millet, vatan, bütünlük vurgusu biraz daha kuvvetli olsa da, öz itibariyle, Ankara'ya göre değişiklik olmadığı gibi, bir iki ileri adım daha vardı. Başbakan'ın şu sözleri aslında konuşmasını özetliyor: "Büyük devlet, hatalarıyla yüzleşebilen bir devlettir. Geçmişte idari ve siyasi hatalar yapılmıştır, yok sayılamaz. (...) Bir ad koymak gerekirse Kürt sorunu sadece bölgenin değil, tüm Türkiye'nin, herkesin sorunudur. Benim de sorunumdur. (...) Kürt sorunu ne olacak, nasıl çözülecek? Anayasal düzen, toplumsal bütünlük içinde daha çok hukuk, daha çok demokrasi ve daha çok refahla çözülecek. Tek millet, tek devlet, tek bayrak prensibi içinde demokrasiyle çözülecek..." "Geçmişe yönelik eleştiri, hatta dolaylı özür", "sorunun varlığının ve farklılığın kabulü", "çözüme demokrasi ve hukuk vurgusu" Diyarbakır konuşmasının ve siyasi iktidarın "Kürt politikasının üç temelini" oluşturuyor. Bu üç temele eklenen "esas" ise şu: Başbakan'ın sorunun tek muhatabının siyasi iktidar olduğunu belirtmesi, buna karşılık şiddet karşıtı olması koşuluyla herkesi dinlemeye, herkesle diyalog kurmaya açık durduklarını vurgulaması... Bu esas, Kürt sorununun çözüm yöntemini ve siyasi çerçevesini tanımlıyordu. Ve Kürt tarafındaki kimi beklentilerin önünü alıyordu. Genel olarak bakıldığında hükümet aldığı inisiyatif ve gidişi ılımlıdır, olumludur ve iyidir. Yeter ki, demokrasinin ve demokratlığın gereğini herkes yerine getirsin... Bu aşamada Kürtlerin üzerinde de büyük sorumluluk var. Üzüm mü yemek istiyorlar, yoksa, bağcıyı dövmek mi? Karar vermeliler...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |