FAHRİ SARRAFOĞLU
İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) kayıtlarına göre Türkiye; Nike, Adidas ve Marks & Spencer gibi dünya çapında akla ilk gelen markaların fason üretimini yapıyor. Kaliteli üretim yapıyoruz da neden fasoncuyuz ve kendi markamız yok? MÜSİAD Başkan Yardımcısı ve Yedirenk Pazarlama İletişimi Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı İsrafil Kuralay'la markalaşma üzerine kısa bir sohbet yaptık. Kendisi aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Reklamcılık ve Piyasa Araştırmaları Bölümünde öğretim üyeliği yapıyor.

Marka kültürümüz var mı?

Türkiye'de bir marka kültürünün olduğunu söylemek biraz zor. Biz uzun soluklu ilişkilere girmekten hoşlanmayan derviş-meşrep bir toplumuz. Aslında kaliteli işler yapmak geleneğimizdir. İnançlarımız da bunu emreder.

KOBİ'lerin markalaşma performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şirketler kurulurken çoğunlukla bir araştırma yapılmıyor. Şirketlerin çoğunluğu geleneksel yapıyla kuruluyor. 'Bir lokma, bir hırka' mantığı ile oluşturuluyor. Belirli bir seviyeye gelinince markaya yönelik sıkıntılar baş gösteriyor. Firmanın isminden tutunda ürün adlarına kadar birçok şeyin yenilenmesi gereği ortaya çıkıyor. Şu anda çok sayıda orta ölçekli firma bunun sıkıntısını çekiyor. Bazen ilginç örneklerle karşılaşıyoruz. Büyük bir firmanın yöneticilerinin kartvizitlerin dahi farklı renklerde basıldığına şahit olabiliyoruz. Ancak firmalarımız uluslararası alanda çalışmaya başladıkça markanın önemi daha çok kavranıyor. KOSGEB de buna öncülük ediyor ve destek veriyor.

Çözüm öneriniz nedir?

Firmalar ve ürünler insanlar gibidir. Ürünlerin adlarının iyi konmasından, kaliteli olmasından, iyi tanıtılmasından firma sahipleri sorumludur. Dikkatli ve titiz bir çalışmayla biz de ürünlerimizi marka yapabiliriz.