|
|
Mezartaşları Müzesi (I)
'İstanbullu olmak için sadece İstanbul'da doğmak gerekmiyor.' Bu yargı bir yönüyle doğru! Fakat "İstanbullu olmak için sadece İstanbul'da bulunmak da yetmiyor." Bu yargı da diğeri gibi bir yönüyle doğru. İstanbul'da bulunmak başka, İstanbul'da yaşamak daha başka!... İstanbul'da yaşamak... Tam da burada sormak gerekmez mi: hangi İstanbul'da ve nasıl yaşamak?!! İstanbul'da yaşamanın İstanbul'da bulunmak demek olmadığına işaret etmiştik. O halde ekleyelim: İstanbul'da yaşamak bu bulunuşu sefahate boğmak da demek değil... İstanbul'da yaşamak Boğaz'ın boğazını sıkan zevksiz mekânlarda yemek yemek, bir şeyler içmek ise hiç değil... İstanbullu olmak biraz da İstanbul'u tanımakla, İstanbulluları tanımakla mümkün... Bakınız, olmuş-bitmiş bir şeyden değil, aksine "olmak"tan söz ediyoruz... Bilmeli ki 'olmak' bir süreç... süre isteyen, zaman isteyen, harekete ihtiyaç hisseden bir vetire... zaman içinde ve zamanla 'olmak'... bir hal, bir sıfat, bir nitelik kazanmak.... ve dahi bu hâli, bu sıfatı, bu niteliği zaman içerisinde ve zamanla kazanmak.... İstanbul'da yaşamak, İstanbul'u tanımak İstanbulluları tanımak ise şayet, —ki öyledir— bu sözkonusu "tanıma"nın, "tanışma"nın ne idüğü (mahiyeti) bilinmeli, anlaşılmalı.... İstanbul salt bir durum'un adı değil ki bu "durum" ile şöyle-böyle nisbeti olanlar İstanbullu sayılsınlar... İstanbul salt bir mekân ya da coğrafyanın da adı değil ki bu mekânın sınırları içinde bulunanlar sırf muayyen sınırlar içinde bulunmalarından ötürü İstanbullu olabilsinler... 'Mekân' dediğimiz alan zaman içinde oluşur, zamanla şekillenir, zamanla tanımlanabilir ve fark u temyiz edilebilir bir hususiyet kazanır. Bu bakımdan İstanbul'u tanımak İstanbul'un geçmişini, tarihini, İstanbul'u İstanbul yapan, bu şehri dersaadet kılan hususiyetlerini tanımak demektir. İstanbullular ise herşeyden evvel gövdelerini İstanbul'un topraklarında eritenler, İstanbul'un toprağında ebedî ikameti seçenler olduğuna göre, İstanbulluları tanımak için onun toprağına baş koyan bu zevatı tanımalı, onlar aracılığıyla mekânın tarihiyle temas etmeli, bu tarihe yaslanmadıkça bu tarihin oluşturduğu şehre nisbetimizin olamayacağını bilmeliyiz. (Nüfus memurları mazurdurlar, onlar bu söylediklerimi kaale almayabilirler.) İstanbul bir kabristanlar şehri, hatta bizatihi bir kabristan... Ölüme saygınlık kazandıran, neredeyse ölümü arzulanabilir kılan bir şehr-i mukaddes... Kabristanları gezilebilir eyleyen, hayat ile ölüm arasındakı sınırı ortadan kaldıran bu şehri tanımak ve bu şehre nisbet iddia etmek için bu şehrin kabirlerini, kabristanlarını, türbelerini, hazirelerini de bilmek-tanımak gerekir. İstanbul'un tarihinden, bu tarihi yaşatan mekânlardan bî-haber olanlar aslâ İstanbullu olamazlar. Mekânı bilmek mekânın geçmişini (zamanı) bilmeye, geçmişi bilmek geçmişte yaşayanları bilmeye, geçmişte yaşayanları bilmek kabirleri bilmeye, kabirleri bilmek ise kabir taşlarını (kabir taşlarının dilini) bilmeye dayanır. Çünkü bir mekâna (İstanbul'a) mensubiyet, biraz da o mekânın (İstanbul'un) tarihine mensubiyet demek... İstanbul'un kabristanları İstanbulu tanımak, İstanbullu olmak isteyen biz öğrenciler için birer sınıf, o kabristanların sakinleri ise birer öğretmen mevkiindedir. Öğretmenlerimizi tanımalı, onların kim olduklarını alâmetlerine (kabir taşlarına) bakarak bilmeliyiz. İstanbullu olmak İstanbul'un gerçek sakinlerinin önünde diz çökmekle, öğrenecek olduklarımızı ancak kendilerinden öğrenebileceğimizi idrak etmekle mümkün. İstanbul Belediyesi İstanbul'un maddi mekânlarına olduğu kadar, İstanbul'un manevî mekânlarına karşı da sorumlu... İstanbul Belediyesi İstanbul'un dirileri kadar ölülerine de saygı duymakla görevli... İstanbul Belediyesi sadece İstanbul'un kabristanlarının yok edilmelerini engellemekten ya da gezilebilir hale gelmelerinden değil, o kabirlerin ve sakinlerinin (öğretmenlerimizin) tanınmalarından da, tanıtımından da mesul... Bu mesuliyet, o canım antika taşların üzerine balyozla küçük tabelalar çakmakla ya da üzerlerini rengarenk boyalarla boyamakla (orijinalitelerini bozmakla) olmaz! Yetkililer bu görmemişliğe, bu köylülüğe mani olmalı ve tarihle irtibatımızın en önemli vasıtalarından birini olsun cahil personelin elinden kurtarmalı! Benim teklifim kısaca şu: Tamamen yok olup gitmeden, hemen, bir an evvel Büyükşehir Belediyesi'nin öncülüğünde bir "Mezartaşları Müzesi" kurulmalı! Bu müzede İstanbul mezarlarında her geçen gün yokluğa karışan, karışmak üzere bulunan mezartaşları tesbit edilip içlerinden temsil gücü yüksek örnekler seçilmeli ve bu örnekler kronolojik olarak sergilenerek "İstanbullu olmak" iddiasındaki hemşehrilerimize tanıtılmalı. İstanbullu olmak için hiç değilse biraz 'olmak' lazım!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |