|
|
Siyasi yırtılma…
Kuzey Irak krizinin kesifleşmesiyle birlikte esası atlayan, yaşanan krizlerin "anlamsız iç girdapları"nı siyasi tahlil aracı kılan bir bakış açısı tüm ülkeye tekrar egemen oldu. Siyasetin, daha doğrusu siyaset fikrinin devletten gelen yeni bir baskıyla sıkıştırıldığı bir dönem bu. Hemen her konuda yenilenmenin, yeni arayışların, silkinme çabasının, biraz "umutsuzluk"tan biraz da "ataerkil refleksler"den ötürü kişilere, askere, Batı'ya bağlandığı, doğruların paradoksal bir şekilde ana sorunu oluşturan mevcut güç dengelerinin içinden üretilmeye çalışıldığı bir dönem... Krizin yarattığı bu "şizofrenik hal", belki şaşırtıcı değil; ama yine de kaygı verici... Türlü siyasi tahlil ve önerilerde ne toplum var ne siyaset, ne Kürt meselesi var, ne "yeni yerelleşme dalgası" ne de "milliyetçilik" sorunu. Güç ve sorun odakları bir yana; son zamanlarda değerler bile mumla aranır oldu; devlette "sivilleşme ve demokratikleşme", siyasette "sivil ilkeler" gibi meseleler artık telaffuz edilmiyor. Ülke iç dinamiklerin en önemli, en tayin edici olduğu dönemde yaşıyor; ama değişimcilerin çoğu, iç dinamikleri hafifsiyor, hatta dışılıyor. Ekonomiden siyasete köklü bir değişimin ve yeniden yapılanmanın sadece toplum merkezli olabileceği, bunun ciddi bir "paradigma ya da söylem değişikliği"ni gerektirdiği, "Özalvari değişim algısı" karşısında silinip gidiyor. Krizden istihdamın, üretimin, sosyal hakların ekonomik unsurlardan sayılmadığı 80'ler mantığıyla çıkma beklentisi; sıcak paraya, dış dinamiklere ve birkaç yasal düzenlemeye kilitleniyor. Ekonomik programın "olmazsa olmaz" ögeleri olan "sosyal ve siyasal gerekleri"n temelde 80'lerin büyüme politikasından ve ekonomik söyleminden uzaklaşmayı icap ettirdiği kimsenin aklına gelmiyor. AB'nin, hatta IMF'nin bazı taleplerinin ülkede toplumsal talepleri ikame eder bir anlam taşıması, bu ikili "siyaseti, toplumu, hatta devleti ikame eder" sanısına dönüşebiliyor. Türkiye'nin Batı tarafından değiştirileceği takıntısı, yani "yorulmadan değişme beklentisi", sonuçta "toplumsuz ve siyasetsiz değişim söylemi"ni meşrulaştırıyor, garip bir milliyetçiliği pompalıyor. Siyasi değişim beklentisi siyaseti budama talebine dönüştükçe, siyaseti budamaya çalışanların eylem alanları genişliyor ve siyasete ilişkin "nasıl" sorusu yerini, soruların en hastalıklısına "kim" sorusuna bırakıyor. Hatta "kim" sorusuna denk "kimlik"ler üretilmeye çalışılıyor. Değişim aktörlerinin yok saydığı garip bir ortamda değişim dilden düşmüyorsa, üstelik siyaseti ve toplumu dışlayan türlü tespit, tahlil ve öneriler değişim için, değişim adına yapılıyorsa; o noktada "umutsuzluğun şizofreniye dönüşmesi" kaçınılmaz olur. Bilin ki Türkiye "değişmiyor"; bu şifozrenik ruh halinin de katkısıyla iyice "çözülüyor"... Kuzey Irak bir devlet politikasının iflasını resmediyor. Ama iflas değişimi değil, statükoyu pekiştirmeyi devreye sokuyor… Toplumun daha da sineceği, siyasi arenanın daha bölük pörçük hale geleceği, "depolitizasyon"un ayyuka çıkacağı ve devletin iyice aşırı değerleneceği bir aşamaya doğru ilerliyor. Aksi için "bu ülkenin toplumu, siyaseti ve onlarla birlikte hukuku keşfetmesi" gerekir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |