AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Harcamayın adamı

Bu yazıyı yazmak için, belki de, Ercan Arıklı hakkında yazılanların yeni bir tartışma yaratmasını bekledim.

Niye?

Öyle işte.

Kötücül tarafları çoktur yazarların.

Siniktirler.

Acılardan, başkalarının acılarından, kendi acılarından mazoşistik tadlar alırlar, acıya yargılı olmaktan hoşlanırlar, akıllı uslu görünürler ama irrasyoneldirler, vs...

Ercan Arıklı'yı hiç tanımadım.

Bir arkadaşıma, hayatının bir bölümünü "politik sürgün" olarak yurtdışında geçirmek zorunda kalmış bir arkadaşıma yaptıklarından hatırlıyorum onu.

Bundan hiç hoşlanmamıştım.

Arkadaşım yakınır pozisyonda görünmek istemediği için, ben de mecburen susmuş, meseleyi kurcalamamıştım.

Şimdi de buna gerek olduğunu düşünmüyorum.

Herkes hakkında bir sürü şey yazdı.

Ben de zevkle, ibretle, çoğu zaman irkilerek okudum bunları.

Çoğunluğu "dergilerin efendisi", "kadınların banisi" türünden edebiyatın kitch örnekleriyle süslü, ama yazarların öleni değil, kendilerini (Ercan Arıklı'daki kendilerini) anlatmayı seçtiği yazılar... Saymadım ama, on yazıdan beşi, "dergilerin efendisi" diye başlıyordu.

Bir kısmı da ölüm şekline bozulmuştu.

Haklıydılar.

Ercan Arıklı'ya yakışan, Londra'da, özel bir klinikte, eskort kızlar eşliğinde hayata gözlerini yummaktı, yahut bir uçak kazasında ölmek... Oysa o, Perihan Mağden hemşiremizin de yakındığı gibi, hayatında hiç "yaya" olmadığı halde bir "yaya" gibi öldü, hem de bir halk otobüsünün altında kalarak. Bakımlı elleri yerlere kapaklanarak, tiril tiril tertemiz elbiseleri sokağın kirine pasına bulanarak can verdi.

Ama, hayat bu.

Ölüm kimi nerede, nasıl, hangi pozisyonda yakalayacak?

Kim önce gidecek?

Kim kalacak?

Bunu kim bilebilir ki?

Tabii Ercan Arıklı'nın arkasından yazılanları konuşmak şimdi daha revaçta... Şimdiden yeni bir çatışma ekseni oluşmuş durumda: Ölünün arkasından iyi konuşanlar, ölünün arkasından kötü konuşanlar.

Serdar Turgut, "Türkiye'de gazetelerde 'yaşam değerlendirmesi' yazarları olsaydı her ölünün hakkında iyi konuşmak gibi anlamsızlığa düşmez, yaşam değerlendirmelerini 'o bir duayendi' türünden temelde anlamsız sloganlarla kısıtlamaz, gerçekleri söylemekte tek başına kalan Engin Ardıç gibi belki de bu tek başına kalmışlığın getirdiği öfkeyle yazı kaleme alınmasıyla karşı karşıya kalmazdık" diyordu.

Saçma, ama büsbütün haksız da sayılmaz.

Ama Engin'inki, "gerçekleri söyleme" cehdiyle kaleme alınmış bir yazı değildi.

Bir "yazar yazısı"ydı.

İyi bir yazıydı.

Ercan Arıklı hakkında yazılmış belki de en iyi yazı.

Serdar Turgut'un "savunuyormuş gibi yaptığı" yazar hakkında son günlerde birçok yazı okudum. Hemen hepsi de, "niçin Engin Ardıç'tan nefret etmemiz gerektiğini" öğütleyen yazılar.

Üstelik, yaşarken cezalandırılan bir yazarla karşı karşıyayız. Genelgeçer kabullerin dışında bir "yazarlık tutumunu" benimsediği için de sevilmeyen bir yazar.

Niye?

Ne hakla?

Tamam, ölünün arkasından iyi konuşun, ama size benzemeyi reddeden dirileri de insafsızca harcamayın; bu insanların cüretini cezalandırmaktan vazgeçin.


10 Haziran 2003
Salı
 
AHMET KEKEÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED