|
|
Korkut Eken'in kolunu kim tuttu?
Bir Susurluk mahkumu
Korkut Eken, Susurluk davası dolayısıyla cezaya çarptırılan birisidir. Onun suçlu olmadığı ve bir kahraman olduğu yönünde iddialar mevcuttur. Biz konunun bu yönü üzerinde durmayacağız. Farzedelim ki, o hakikaten suçludur ve haklı olarak cezalandırılmıştır. Onun hakkında verilen cezanın infazı için yapılan uygulamanın enteresan bir hikayesi vardır. Eken güvenlik güçlerinin çok iyi tanıdığı ve hatta hürmet ettiği bir kişidir. Güvenlik güçlerinin görevi, istemeseler de verilen bir cezayı uygulamaktır. Onun için, cezaevine ne zaman gitmek istediği kendisine sorulduğunda, sabah vakti gitmeye hazır olduğunu bildirir. Ancak Korkut Eken'in güvenlik güçlerinden bir isteği vardır: Giderken ellerine kelepçe takılmasın ve kimse koluna girmesin. Hakikaten de, onu almaya gelen polisler ellerine kelepçe takmazlar ve savcılığa gidinceye kadar koluna girmezler. Ancak o, savcılık merdivenlerini çıkarken, birisi peyda olur ve Eken'in kolundan tutup, yanında yürür. Eken'i asıl üzen şey
Korkut Eken, haksız yere mahkum edildiği kanaatindedir. Buna elbette üzülmüştür. Ancak gazetelere verdiği ifadesinden anlaşıldığına göre, onu en çok üzen, haksız yere cezalandırılması değildir. Onu üzen, savcıya teslim olmaya giderken, bir emniyet görevlisinin "sanki onu zorla götürüyormuş gibi", koluna girmiş olmasıdır. Hepimiz biliriz ki, sanıklar veya mahkumlar, bir yerden bir yere götürülürken, ellerine kelepçe takılır. Kelepçe takmanın iki maksadı vardır: Birincisi, sanığın veya suçlunun kaçmasına mani olmak; ikincisi, kelepçe takarak suçluyu teşhir etmek ve devletin gücünü göstermek. Suçlu veya sanığın teşhiri, bir zamanlar, bir ceza türü olarak kabul edilmiştir. Mesela hırsızlık yapan kimseler, çaldıkları eşyalar sırtına yüklenerek, çarşı ve pazar yerlerinde gezdirilmiştir. Zina yapan kimselerin donları, ellerine verilerek sokaklarda dolaştırıldığı da olmuştur. Teşhir, cezaların en ilkelidir. Artık tarihe gömülmüştür. Modern ceza kanunlarının hiçbirinde "teşhir" cezası yoktur. Bizim ceza kanunumuzda da böyle bir hüküm olmamasına rağmen, güvenlik güçlerimiz, bu metodu sistemli surette uygulamaktadır. Çirkin uygulamalar
DEP milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra, onların TBMM Genel Kurulu'ndan alınıp götürülüş şeklini savunmak mümkün değildir. Gene aynı şekilde, bankalarında suistimal yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınanların, yakalanış, arabaya bindiriliş ve savcıya götürülüş tarzının savunulması mümkün değildir. Hele onların "başlarının bastırılarak", "sürüklenerek" götürülmesinin, makul izahı yoktur. Son olarak, Uzanlar davasında, bir kuruluşun genel müdürünün ve Uzan ailesinin bir ferdinin, tutuklanması biçimi çok çirkindir. Bu çirkin davranışlarda bulunanlar, işkence yapmak suçu işlemişlerdir. Artık güvenlik güçlerimizin bu tarz uygulamalardan kaçınmaları zamanı gelmiştir. Bu gün Türk adaletinden şikayetler ayyuka çıkmıştır. Ancak, gene de kamuoyu, hakkında bir kovuşturma olursa, emniyet güçlerine teslim olmaktansa, gidip savcıya teslim olmayı tercih etmektedir. Bunun çok tipik bir örneği, başımızdan geçmiştir. "Kadirli Canavarı Tulukçu" olayı
1960 lı yıllarda, Tulukçu isimli bir delikanlı cinayet işlemiştir. Cinayetten sonra, teslim olmamış, dağlara kaçmıştır. Bütün emniyet kuvvetleri senelerce bunun peşine düşmüş fakat yakalayamamıştır. Tulukçu, kaçtığı sürede, bölgede ne kadar suç işlenmişse, onun tarafından yapıldığı iddia edilmiştir. Bu suretle Tulukçu, medyada Toros Canavarı, Koçero gibi bir üne kavuşmuştur. Bir gün Adana'da yazıhanemde otururken, kısa boylu, çelimsiz bir kişi içeri girdi : -"Abi sen beni tanıyor musun" dedi. "Seni tanıyorum ama çıkaramadım" der demez: -"Abi ben Tulukçu'yum. Bir yaralama işinde sen benim avukatımdın. Teslim olmaya karar verdim ve sana geldim" dedi. Ne yapayım diye düşünürken, konuşmaya devam etti: -"Abi teslim olacağım amma, bir şartım var. Beni sakın polise ve jandarmaya teslim etme... Beni doğruca savcıya götür." Dava Kadirli mahkemesinde görülüyordu. Onun için Kadirli savcısına telefon ederek randevu aldım ve Tulukçu'yu savcıya götürdüm. İçeri girince,"Savcı bey bak ben size kimi getirdim?... Tulukçu" der demez savcı yerinden fırladı adeta kafası tavana çarpacaktı. Anlaşılıyordu ki, Tulukçu senelerce teslim olmayı düşünmüş ve fakat güvenlik güçlerinin davranışlarından korktuğu için kaçmaya devam etmişti. AB uyum yasaları ve uygulamalar
Türkiye, AB uyum yasalarını kabul etti. Fakat, emniyet güçlerinin kanun dışı davranışlarını önleyemezse, bunların hiçbir manası kalmaz. Korkut Eken'in, kolu tutulduğu zaman duyduğu üzüntüyü, bu işlere muhatap olmamış kimselerin anlaması mümkün değildir. Irak'ta Süleymaniye'de bulunan Türk askerlerinin başına Amerikalılar çuval geçirmişlerdir. Amerikalılar bir görev yapıyorlar idiyse, bu görevlerini, çuval geçirmeden yapamazlar mıydı? Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi, yapacakları görevin gereği değil, onları aşağılama taktiğiydi. Şunu unutmayalım ki, Süleymaniye'de askerlerimizin başına çuval geçirilmesiyle, kendi arzusuyla savcılığa giden Korkut Eken'in koluna girilmesi arasında bir fark yoktur. İkisi de haksız ve insan haysiyetini rencide eden uygulamalardır. Çuval geçirme olayına ne kadar tepki ve hassasiyet göstermişsek, bu kolundan tutma olayına da aynı hassasiyeti göstermemiz gerekir. Devletin birinci görevi, "kanunda yazılı olmadığı halde" sanıkların kollarına asılan, kafalarını bastıran, itekleyen elleri oradan çekmesidir. Bu yapılmadığı taktirde, Alman İçişleri Bakanı'nın Kaplan'ı iade ederken, teminat istemesini garipsememek gerekmektedir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |