|
|
Ya başarırsa ve kalırsa...
Bu yazıyı bir öfke yazısı olarak yazmak da mümkün, bir insaf-iz'an çağrısı biçiminde yazmak da... "Öfke baldan tatlı" da dense, ben ikincisini tercih edeceğim. Bakın ne oluyor. Bir İHL'li başbakan olmuş. Ya da Kasımpaşalı Keloğlan Kafdağı'nı aşmış... İğneli fıçıdan geçmiş, devlerle-yılanlarla boğuşmuş, sonunda Zümrüdüanka'nın kanatlarına binip Kafdağı'nı aşmış... Birileri İHL'lilerin diplomasına şerh düşelim, diyor. Yani Naziler'in Yahudiler'in kapısına kırmızı boya sürmeleri gibi bir şey... İfna edilmeleri kolay olsun... Birileri "İHL'leri tamamen kapatalım" diyor... Taa 1960'larda İlhan Selçuk, konuşmasında tarih muhasebesi yapan bir vaize bakıp "Biz aydın din adamı olsun istiyorduk ama bu kadarını istemiyorduk" diye yazmıştı... Aydın din adamı olsun ama İHL kökenli doktor olmasın, mühendis olmasın, hele Başbakan hiç olmasın... Böyle bir zamanda İHL'li bir Başbakan... Şimdi İHL'nin ipini çeken TÜİSAD'ın duygularını anlayabiliyorum. İHL'li bir Başbakan ve işler iyi gidiyor, TÜSİAD'ın özellikle ilgilenmesi gereken alanda -ekonomide- işler iyi gidiyor. TÜSİAD'ın tüm referans kaynakları Türkiye'nin notunu yükseltiyor, İMF Başkanı gibi bir adam İHL'li Başbakan'a "Size güveniyoruz" diyor. Siz TÜSİAD olsanız ne yaparsınız? Alın size bir insaf sınaması... 28 Şubat süreci neredeyse İHL'lilerin ve başörtülülerin canına okumak için vuku bulmuş. Ben yazmışım o zamanlar, başörtülü bir doktor olsa, dağ köylerinde yollarda doğuran kadınlara uzansa... Bir hemşire... Bir öğretmen olsa eğitimden yoksun köy çocuklarına ABC öğretse... Yoo! Ölürken ağzımıza zemzem koyacak olsa başörtülü olmasın! İHL'li her alanda okur, ülkeye hizmet ederse ne olur, diye yazmışız... Bırakın uçabilen uçsun, kanatlarını kırmayın! İHL'lileri yokedelim diye tüm meslek liselilerin canına okuyorsunuz, diye yazmışız. "Olsun, denmiş, İHL'nin önünü kesmek için ne yapılsa değer!" Bu, "isterse ülke yansın" mantığına kadar uzanıyor. Böyle bir zamanda Zümrüdüanka'nın kanatları Keloğlan'ı Başbakanlığa taşımış... İHL'li üstelik Kasımpaşalı... Biraz da insafınız kurumuşsa siz olsanız ne yaparsınız? İnsafınız tümden kurumamışsa içinizde bir ikilem yaşarsınız belki. "Acaba biraz hizmetlerine baksak mı, belki de biz yanılıyoruzdur, içimizdeki kinleri ayıklamaya çalışsak mı, acaba ülke bizim öfkelerimizden daha önemli değil mi?" diye düşünürsünüz. Sonra "Ya başarırsa, ve ya kalırsa?" kaygılarınız depreşir... Bir İHL'li başarırsa... Zaten her şeye rağmen, halkın oyları ile buluşmayı başaran bir adam, bir kere daha bir kere daha gelirse... Hatta daha ötelere daha ötelere uçarsa... "Memleket kazanır" mı dersiniz, yoksa "ülke elden gider" mi? Ülkenin bir yere gitmeyeceğini bilirsiniz, ama sizin elinizde olmayan ülke ülke bile değildir. Tayyip Erdoğan'ın, Avrupa'da Amerika'da burnu sürtülseydi çok sevinirdi birileri, bunu tahmin etmek zor değil. Ama adam garip biçimde ilgi gördü, itibar gördü... Bunu Avrupa'ya, Amerika'ya karşı her zaman rezervleri bulunan çevrelerin garipsemesi, kuşku ile karşılaması mümkün... Ama Batı'ya tapınarak gelen çevrelerin "Bir İHL'li Batı'yı tercih ediyor" diye bayram yapması gerekmez mi? Yoo, hiç de öyle olmuyor... "Bir İHL'li Batı'da nasıl itibar görür?" sorusuna takılıp, neo-emperyalizm teorileri üretmek daha cazip geliyor... Bir İHL'li şimdi Başbakan... Fukaranın sofrasına oturan, fukaraya aş-ekmek taşımak için çırpınan, halkıyla dua iletişimi kuran bir siyasetçi... Yeni bir siyasetçi figürü... Ya başarır ve kalırsa... Bakınız... Bu adam, hakim sistemin beklentileri içinde kalmak için siyaset çizgisinde ciddi rötuşlar yapmış... Yani demiş ki "Maraza çıkarmak istemiyorum, kimsenin ayağına basmak gibi bir niyetim yok, fincancı katırlarını ürkütmek gibi bir niyetim de yok, hizmet etmek istiyorum, bunun için de herkesle diyalog kurmak, herkesin gücünü ülke hizmetine katmak istiyorum." Ne yaparsınız? İtina ile yüksek volümlü tartışmalardan kaçınmaya çalışıyorsa, "uzlaşma, uzlaşma ve yine uzlaşma" diye çırpınıyorsa, içinden geldiği siyasi zeminin sancılarını bildiği için kavga alanlarından ısrarla uzak kalmaya çalışıyor, hatta bunun için kendi tabanının beklentilerini ertelemeyi bile göze alıyorsa... Ne yaparsınız? İçiniz "Ya başarır ve kalırsa..." kaygısı ile doluysa, gözünüz bu adamı bir biçimde çökertmekten başka bir şeyi görmez olur... Sesinin tonunun yükseldiği ilk fırsatta, ilk ayak sürçmesinde, ilk falsosunda çullanırsınız üzerine... Yaşanan budur. Olay bir İHL'linin yolunu kesme olayıdır. Düşünün ki bütün çocuklar katledildi ve bir çocuk kurtuldu, ve garip biçimde Başbakan oldu... Üstelik yağmurlar yağıyor, sular akıyor, tarlalarda bereket var, gurabanın yüzü gülüyor... Gülen gözlere öfke duymaz mısınız? Yağan yağmura, gülümseyene başağa yumruk sıkmaz mısınız göğe doğru? Halk bunu hep yapıyor Türkiye'de ve bazı mahfillerde ülkeyi yönetemeyeceklerine karar verilenlere mührü teslim ediyor... Ondan sonra gelsin gerilimler... Birilerinin en çok sevineceği şeyin "Tayyip'in başarısızlığı" olacağını tahmin etmek zor değil. Bakın dogmaları hazır: "Akıldan değil vahiyden yola çıkanlar hiçbir şey yapamazlar." Bu dogma nasıl ispat edilir? Aklı da vahyi de yaratana karşı gözleri ve kalbi görmez olmuş adamı ne memnun eder? Başırınız mı başarısızlığınız mı? "Başarınca kalacaksanız, başarmayın daha iyi... Bir İHL'li eliyle kalkınacaksa bırakınız memleket batsın. Bir İHL'li eliyle gülecekse memleketin yüzü, bırakın ağlasın." Epey bir kesimin içinde bu duyguların depreştiğini okumak da zor değil. Bir öfke yazısı yazmak değil niyetim, bir insaf ve iz'an çağrısı yapmak sadece... Bu memleket benim memleketim, bu insanlar benim insanım ve kimseye "kahrol" diyemem... Sadece herkesin yüreği kurtulsun diye daha çok dua etmemiz gerekiyor...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |