![]() |
![]() |
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]()
Rahmetli dedeniz Süleyman Efendi'nin ilmi hayatını özetler misiniz? Dedem vefat ettiğinde ben dört yaşındayım. Onunla ilgili ne varsa validemden ve babamdan ve diğer yakınlarımdan öğrendim. Süleyman Efendi Hazretleri 1888'de Silistre'de dünyaya geldi. Babası Osman Efendi, Fatih Sultan Mehmet tarafından "Tuna Hanı" unvanıyla şereflendirilmiş, soylu bir aileye mensuptur. Süleyman Efendi Hazretleri ilk tahsilini babasının müderrislik yaptığı Satırlı Medresesi'nde, sonra da Silistre Rüştiyesi'nde okudu. 1913'e kadar İstanbul'da Bafralı Hamdi Efendi'nin yanında dini ilimleri tamamladı. 1913'de Darü'l-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri, Kısm-i Ali'sine girdi. 1916'da icazet aldıktan sonra mezun oldu. Aynı yıl ihtisâs yapmak ve dersiam (Profesör) olarak yetişmek üzere Süleymaniye Medresesi'ne bağlı Medresetü'l-Mütehassisi'ne kaydoldu, bu medresenin ilk iki yılını başarı ile tamamladıktan sonra, kendisine Eylül 1918'de, 20 kişi ile birlikte, İstanbul Müderrisliği Ruûsluğu (akademik bir kariyer) verildi. Süleymaniye Medresesi'ne girmeden önce Medresetü'l-Kuzât'ın (Hukûk Fakültesi) giriş imtihanını birincilikle kazanan ve başarı ile bitiren dedemin asıl maksadı hakimlik mesleğine geçmek değil, devrin bütün zahiri din ilimlerinde olgunluğa ermek olduğundan, daha sonra Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne hakim olarak tayin edildi, bu mesleğe talip olmadığını bildirerek kadılığı reddetti. Başka bir resmi görev aldı mı ? 1 Haziran 1920 tarihinde dersiâm olarak vazifeye başlayan Süleyman Efendi, 27 Nisan 1921'e kadar bu göreve devam etti. 1922'de Dâr'ul-Hilâfet'il-Aliyye Medresesi'nin birinci kısmında Türkçe müderrisliği vazifesine başladı, 29 Mart 1923'te Dâr'ul-Hilâfet'il-Aliyye Medresesi İbtidâ-i Hâric Kısmı, Sarf-ı Arabî Müderrisliği'ne tâyin oldu. 25 Eylül 1923 tarihinde tekrar Türkçe Müderrisliği'ne tâyin edildi. 3 Mart 1924 tarihinde çıkan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte vazife yaptığı İbtida-i Haric Medreseleri İmam Hatip Mektebi'ne devredilince, bu okulun eğitim kadrosuna alınmasına rağmen, dersiamlık uhdesinde kalmak şartı ile müderrislikten kendi isteği ile ayrıldı. O'nun asıl faaliyeti Kur'an-ı Kerim öğretmekti değil mi? Süleyman Efendi, bir yandan İstanbul'un değişik camilerinde vaaz etmiş, bir yandan da camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışmıştır. Hususi sohbetleriyle, ilmiye sınıfını maddeten ve manen destekleyecek gönüllüler halkasını teşkil etmeye çalışmıştır. Gedikpaşa'daki Azakzade Apartmanı'nın bodrumunda, Av. Osman Bey, Hacı Refik, Mehmet Efendi'yle oluşan halkaya, daha sonra, biletçi Hüseyin Efendi, tüccar Çırpanlı Mustafa Efendi, Beypazarlı Terzi Ali Bey, Kalaycı Hoca'lar dahil olmuş. Kur'an kursu formundaki ilk çalışma, 1951'de Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey'in Çamlıca'daki evinin birinci katında başlamış, yeni gelenlere temel dersler verilmiş, bir yandan da ileri seviyedeki ders grupları oluşturulmuştur. Demirciden, kalaycıdan ve diğer meslek sahiplerinden, ellerinin nasırları kurumadan alim yaptığı talebeleri, müftü, vaiz olmuşlar, daha sonraları da "Demirci Hoca, Kalaycı Hoca" diye anılan bu talebeleri, nice din adamları yetiştirmişlerdir. 'Keşke daha az uyuyabilsek' Dedenizin bir din alimi olarak en belirgin niteliği sizce neydi? Rahmetli dedemin en başta gelen niteliği, dini eğitim ve öğretime sürat kazandırmasıydı. Hayattayken basılmış tek eseri "Kur'an Harf ve Harekeleri" isimli küçük bir risaleydi. Bu risale sayesinde Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek, aylardan haftalara, hatta günlere iniyordu. Kendisi "Şimdi sürat zamanıdır, tahsili uzatma zamanı değildir" söylemi ile, okuttuğu evlatlarını, Anadolu'nun muhtelif yerlerine göndermiş, va'zu nasihatler ettirmiş, oradaki Müslümanlar'a Kur'an öğretmelerini tembih ediyordu. Talebeleri bir taraftan ilim tahsil ederken, bir taraftan da tahsil ettikleri ilmi, talepte bulunan halkın çocuklarına öğretiyorlardı. Süleyman Efendi'nin emeli, Kur'an ilimlerini öğretmek ve yaymanın yanında, Kur'an ahkamını da yaşatmak olmuştur. "Benim evlatlarım, İslam'ın şerefini yaşayarak gösterecekler" diyerek, onların İslam'ı özümsemelerini ve yaşayış tarzlarına sindirmelerini arzu etmiştir. Hayatla ilgili hususları öğrenmekle kalmayıp, aynı zamanda harfiyen tatbik edilmesini de istemiştir. Ders için zaman ve mekan seçmemiş, ders yeri ne kadar uzak olursa olsun, dersini aksatmamış, Kısıklı'dan Topçular'a dört ayrı vasıtayla ulaşabilmesine rağmen hiç yüksünmeden gidip gelmiştir. Uyku ve ihtiyaç dışındaki bütün vakitlerini bu uğurda harcamış hatta az uyumalarına rağmen "Allah bizi az uykuyla kandırsa da keşke daha çok ders okusak" diyerek, günün tamamını değerlendirmek istemiştir. Süleyman Efendi Hazretleri'nin, bir ömür boyu devam eden çileli ve yorucu mücâdelesinin nihayetine doğru öteden beri mustarip oldukları şeker hastalığı ağırlaşmış ve bütün gayretlere rağmen 16 Eylül 1959 Çarşamba günü, İstanbul Kısıklı'daki hâne-i sâdetlerinde Rahmet-i Rahmâna kavuşmuştur. Altunizade Câmii'inde, kılınan öğle namazına müteakip, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir. O, vazifesini tamamiyle ve kemâliyle ifa etmenin huzûru içinde Refik-i A'lâya kavuşurken, arkasında hizmet etmek üzere binlerce bağlılarını, yüce İslâm ve imân davasına pazarlıksız, sarsılmaz bir imân ve idealle bağlı yetişkin bir kadro bırakmıştır. Hastayken bile öğretti Kur'an Kursları nasıl oluştu? 1952 yılında Mustafa Efendi'nin evi yeni yeni katılanlar yüzünden dar gelmeye, yetersiz olmaya başlayınca, yeni bir yer aranmış ve Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri'nin çilehanesinin yanında bir yer bulunmuş, buraya Üsküdar Müftülüğü'ne bağlı olarak ilk resmi Kur'an kursu açılmıştır. Hasta halinde dahi Kur'an öğretmekten vazgeçmemiş!.. Okuttuğu talebelerini, Anadolu'nun her tarafına göndermiş, halkın dinini, diyanetini öğretmelerini tembihlemiştir. Bu yoğun çalışma temposu kendisini yormuş ve şeker hastalığının da şiddetlenmesine sebep olmuştur. Dostlarının ve talebelerinin ziyaretine geldiği bir söyleşide, gelenlerden biri: "Efendim, rahatsızsınız, artık dinlenin. Bakın evlatlarınız yetişti. Bundan sonra hizmeti onlar yürütsün" dediğinde, bütün yorgunluğuna rağmen celallenip doğrularak "Tekeri patlayan şoför, tamir bitince kaybettiği vakti kazanmak için daha hızlı gider, bizim de bu iki aylık kaybı daha fazla çalışarak telafi etmemiz lazım" demiştir. Hasta ve rahatsız olduğu zamanlarda dahi dersten tâviz vermemiş, geri kalmamış "Derse gidersem hastalık da gider, kalırsam hastalık da kalır" buyurmak suretiyle âfiyet ve şifâsının ders okutmakta olduğunu ifade etmiştir. Talebelerine hangi tavsiyelerde bulunurdu? Süleyman Efendi uzun ve yorucu bir yolculuktan dönen talebesine, "Oğlum! Falan camiye git, Cuma'da va'z et de, dinleniver" demek sûretiyle istirahat ve dinlenmenin, hizmetle mümkün olacağına işaret buyurmuştur. Talebelerinden herhangi biri derse geç gelecek olsa, onu asla kırmaz, mahcup etmez sadece, "Hepimiz seni bekledik" demiştir. Talebelerinden herhangi biri bir özürden dolayı derse iştirak edemediği zaman çok üzülür, "Eyvah! Bugün çok büyük ziyânımız var" buyurmuşlardır. Bir gün Kur'ân öğretmek için gönderdiği bir talebesi, gittiği yerde okutacak kimse bulamamaktan şikayet etmiş "Efendim, sadece iki kişi vardı, onları da bırakıp geldim" deyince çok üzülmüş. Ve biraz da celallenerek "Evladım, nice peygamberler bu âlemden bir tek ümmet elde edemeden gittiler. Sen iki talebe bulmuşsun daha ne istersin" diyerek, tekrar geldiği yere göndermiştir. Talebelerine son derece kıymet vermiş. "En küçük talebenin dahi kesip attığı tırnağını, dünyalara değişmem" vecîzeleri bu hakikati en bâriz şekilde ortaya koymuştur.
![]() |
![]() |
![]()
![]() |
![]() |
![]() |