|
|
Fular, hicap ve sarışınlar...
Yetmişli yılların beylik laflarından biri de; "emeğin hakkını vereceğiz, aracı-tefeciyi ortadan kaldıracağız" idi. Son on yılda, bu tür gelişmeler "politikaya" da aktarıldı ve birçok temel dinamik sahibi partiye, "politik aracı ve tefeciler"in sızdığını gördük! Nitekim, geçen gün bir cenazede, Saadet Partisi Fatih İlçe Başkanı ile karşılaşırken, musafahada, "Ben seninle kucaklaşmam, sen davaya ihanet ettin, gazetemizdeki yazıları bıraktın" diye... söylenip durdu!.. "İktidara aday" bu partinin ilçe başkanı, böyle düşünürse veya böyle bir kanaate sevk edilirse, siz ilçe teşkilatları ile, Anadolu kasabalarının "dava adamları"nın halini bir hesap ediniz... Aslında bunun fail-i aslîsi biziz... Kendim ettim, kendim buldum, demelidir, SP'nin "kurmayları"... Bunun tevsîki için, on yıl geriye gitmeye gerek var, ki bu kadarı da yeter de artar bile... 1994 baharı... Mayıs ayları... RP, başta İstanbul olmak üzere, Türkiye'nin büyük şehirlerinin belediye başkanlıklarını aldı... Rize kökenli "Kasımpaşalı" mütevazı bir ailenin genç ve dinamik evladı, 40 yaşlarında "Belde-i Tayyibe"nin başına getiriliyor, halk tarafından... Ve bir"tesettür meselesi" gündeme geliyor ki, sormayın... Amma korkulan olmuyor, veya daha doğrusu, yapılan olumsuz propagandalar ters tepiyor... Sözen'in yönetim kadrolarından arta kalan ne kadar açık ve süslü bayan varsa, hepsi olduğu gibi kalıyor ve kimseye de "başını ört, eteklerini uzak" da demiyor!.. Amma, "kamusal alan" meselesinde, bir erozyon sürüp gidiyor! Teşkilât ile yönetim arasına, "kanserojen maddeler" salan bir "politik virüs" giriyor... (Not: Bu arada, daha parti kurmadan önce, bir yakınım, Sayın R.T. Erdoğan'ın ofisine gider, orada benden bahs ederken; "Sadık ağabey hakkında bana öyle şeyler söylüyorlar ki, ben bile onu bu sözler karşısında savunamıyorum" der, ki bunları ilerde çok tartışacağımızdan, şimdilik es geçelim) "İnanmış kadrolar omuz omuza" derken, bir de baktık ki, aramıza birçok "kara kediler" ve "kaniş köpekler" girdi!.. Hem de 61 Anayasası'na vücut veren "İstanbul komisyonu"nun başkanı Sıddık Sami Onar'ın şu görüş ve yorumuna rağmen: "Kollektif bir ihtiyaç şeklinde görünen ibadet ihtiyacının şahsî, aynî ve maddî vasıtalarını sağlamak ve bunun için gerekli kamu hizmeti teşkilatını kurmak, laiklik prensibine aykırı olmaz." (İdare Hukukunun Umumî Esasları'ndan nakleden: İştar. B. Tarhanlı, Müslüman Toplum, "Laik" Devlet, sh: 101, vd. İstanbul-1993) Müslüman bir "toplum"da "laik devlet" böyle olması gerekirken, birden bire, olaylar Fransa'daki gibi basında değerlendirilmeye başlandı! "Yeni Kadın'ın Dergisi"ne bakınız: Mayıs 94, sayı: 5, orada "Elele"nin sayfalarını karıştırırken; yazı işleri müdiresi Betül: "İstanbul'da, İstanbul sokaklarında fanatik dinci kesimin zaman zaman yaşattığı gerginlik çağdaş bir kadın olarak hepimizi gerçekten endişelendiriyor, ancak korkmaya ya da yılmaya niyetimiz yok!" diyordu. Aynı şekilde bir başka "erkek yazar" da, tesettür meselesinde hassas bir tavır ortaya koyanları, "bir paranoya" olarak tavsif ederken, RP'nin; "Yetkisini kullanarak kendisinden farklı olanların yaşamına müdahale edenin, yarın iktidara gelirse yine yetkilerini kullanarak bir kıyafet kanunu çıkarmayacağını, tüm kadınlara türban giydirmeyeceğinin garantisi nedir?" (Elele, sh: 38, Mayıs 94) diye "Bayramlık" bir soru soruyordu. Bizim yerli kadın ve erkek yazarlar bunları yazarken, aynı hesap ve kitap işleri, Fransa'da yapılıyordu ve yerliler tıpkı birer "yabancı misyon şefi" gibi davranıyordu: Kasım 1994, "L'Express"in kapağı... Mavi renkli bir çarşafa bürünmüş bir kız, belki de manken... Konu "Foulard". Olayın Fransa'daki yansıması: "Le Complot/Comment les İslamist infiltrent la France." Belki Fransızlar, Kuzey Afrikalı, Türk veya Arap işçi ve mültecilerin taleplerini "sızma ve girip yerleşme" olarak görürlerdi. Amma, orada bulunanların feryadı da çağdaştı: "Başörtüsü bizim namusumuzdur: Le Hijab est notre honneur!" Bu "namus" anlayışını Fransa'da kazananların uğraşı sürerken bizde de bir "sarışın furyası" başlamıştı. Fitne ve fücur o zaman başladı ve otuz yıllık "Millî Görüş" geleneği, "kitle partisi" olma uğruna, birtakım cinsel parazitlere alet olundu... "Sağcı-milliyetçi" mantaliteyi giderek "parti"ye egemen kılmanın sonucu, "nanü nimet" yeni transferlere, öteki çeyrek asırlık "gariban"lara da "mekan-ı Cennet" tahsis edilip parsellenmişti. RP'den sonra, FP ile bu çok daha bariz bir görüntü vermişti. Rejim muhalifi görüldüğünden, statükocular, bir inat uğruna, bir hareketi ikiye böldüler! Tıpkı bir zamanlar, FB futbol takımındaki hizip ve grupların verdiği savaş gibi... Takımda, ahenk yok, takımın oyunu ve taktik, demode! Öyle ise, sarışınların boyanıp, "negro" haline getirilmesi ile bir yere varılacağını kimse umut etmesin. Dikkat edilirse, kırk yıldır oturduğumuz Fatih'te, hiç bu kadar sağcı ve ANAP'çı güçlerin güç birliği yapıp, "Millî Görüşçü"leri susturup, zaman zaman kan kusturduğu bir dönemi görmedik! Halbuki, iki dönemdir, Fatih'i biz, diğer bölgeler gibi "Millî Görüş" inancı ile halktan yetki alıp, yürütüyorduk! Fakat, ana arterlerde çukurlar, ara sokaklardaki çöpler yüzünden, "sivri sinek" istilasına uğradık... Bu sinekler, "Millî Görüşçü" olduğumuz için mi bizi ısırıyorlar? Bunun da cevabını pazara erteleyip verelim!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |