T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Seçim gerçeği; AB yalanları

'Erken seçim'in olacağı ve 3 Kasım'da olacağı aşağı yukarı belli. Pazartesi günü TBMM, çok muhtemeldir ki, bu tarihte bir erken seçim yapılması kararını alacak. Şimdi sorun, 'AB uyum yasalarının çıkması'. Bu, 'erken seçim' kadar 'garanti' görünmüyor.

'Önce AB uyum yasaları; sonra seçim' diyenler iki parti: ANAP ve Saadet Partisi. DSP, bunlardan farklı. O, 'Erken seçim kararı çıkarsa, AB uyum yasaları herhalde çıkmaz. O yüzden, erken seçim kararı çıkmazsa, daha iyi olur' havasında.

'Önce AB uyum yasaları' diyen partilere bakıldığında, ilginç bir ortak nokta söz konusu. Bu tür partiler –buna DSP de dahil- bir 'erken seçim'de yüzde 10'luk seçim barajını aşma ihtimali hayli düşük partiler. Bunların asıl derdinin, 'AB uyum yasaları' olduğu pek kuşkulu. Saadet Partisi'nin 'ateşli bir AB yanlısı' olduğuna ve bu nedenle bir an önce AB uyum yasaları çıkartmaya hevesli olduğu, pek inandırıcı sayılmaz.

Ya ANAP? ANAP'ın da bu konuda 'ciddi' olduğu söylenemez. Mesut Yılmaz'ın Hüsamettin Özkan'la anlaşarak, TBMM'yi tatile sokma kararı aldığını kulaklarımızla Brüksel'de birkaç hafta önce işitmiştik. AB yasalarının bir an önce geçmesi konusunda 'ciddi' olan bir siyasi lider ve parti, böyle bir dönemde TBMM'yi tatile sokar mıydı?

O tarihte, Hüsamettin Özkan, Bülent Ecevit'in hastalık nedeniyle iyice geri plana itilmesi nedeniyle DSP'nin 'mutlak hakimi' rolündeydi. Mesut Yılmaz'ın onunla konuşması, TBMM'yi tatile sokmak için yetebiliyordu. O tarihte –çok değil, bir ay önce- Hüsamettin Özkan, 'YT'ci' olacağını ve 'YT'nin kendisini 'önce AB' diye –o da inandırıcı olmadan- ilan edeceğini herhalde bilmiyordu. Nitekim, DSP ve hükümetten 'yaprak dökümü' başlamadan çok az bir süre önce, şimdi YT Genel Başkanı sıfatını edinen, o günün Dışişleri Bakanı İsmail Cem, 'Hükümetin devamının, AB'den daha önemli olduğunu' söyleyivermişti.

Son bir ayın gazete arşivleri, söz konusu partiler ve şahsiyetlerin 'AB yanlısı' olmalarının bir 'aldatmaca' olduğunun ortadan kaldırılamaz belgeleri ve kanıtlarıyla doludur.

AB konusu, piyasadaki (parlamentodaki) partilerin arasındaki 'taktik savaşlar'ın konusu olmaktan başka bir gerçekliğe, Türkiye'nin şu siyaset sahnesinde tekabül etmiyor.

MHP, bu 'manzara'nın gayet iyi farkında olduğu için, 3 Kasım seçim tarihinde bastırdı ve AB yasalarının Meclis'ten geçirilmesi halinde, bunu, bir 'hükümet sorunu' yapmayacağını duyurdu. Yani, kendi dışındaki partilerin, bu konuyu 'ciddiye alarak', söz konusu adımları atamayacağından neredeyse emindi.

AB uyum yasalarını 'kayıtsız şartsız' destekleyeceğini ilan etmiş olan Tansu Çiller ise, bu konu 'ciddi'ye biner gibi olan her durumda; 'kayıtsız şartsız'a bir 'ama' ekleyerek, 'kayıtlı-şartlı destek' ifade etmiş oluyor.

Bu konudaki en büyük 'ciddiyetsizlik' ise, 'en ciddi' görüntü veren ANAP'ta. ANAP'ın Avrupa işlerinden sorumlu Bakanı M.Ali İrtemçelik, AB'nin sunduğu Katılım Ortaklığı Belgesi'ne karşılık hazırlanan 'Ulusal Program'ın 'Ulusal Program olmadığını' vurgulamıştı. Ayrıca, AB konusunda ortaya çıkabilecek –ve şimdilerde çıkmış olan- 'siyasi gerilim'i ortadan kaldırmak için, bu konuda 'referandum'a gidilmesi fikrini o ortaya atmıştı. Mesut Yılmaz ve ANAP, ve içinde yer aldığı hükümet, bu 'ciddi öneriler'de kendisini arkalamadığı için, hükümetten ayrıldı.

Aradan bunca zaman geçtikten ve bunların yapılması, hele seçime endekslenmiş sıkışık bir takvime girildikten sonra, ANAP'ın 'AB'ciliğe' sarılmasının 'ciddi' ve 'inandırıcı' bir tarafı da kalmamıştır.

Bu arada, hararetli AB'cilerden gibi görünen Ak Parti'nin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan da, dün, 'ölüm cezasının kaldırılması'nın 'olmazsa olmaz olmadığını' ve 'bunun orta vade yükümlülüğü olduğunu' söyleyerek –orta vadeye girildi bile-, temel bir konuda 'yan çizenler kervanı'na iltihak etmişe benziyor. Ne de olsa, seçim tarihi yaklaşıyor ve herhalde bu konunun bir 'popülist seçim kampanyası demagojisi' olabileceğinin kokusunu aldı.

Bütün bu 'fotoğraf'a bakıp, 'karalar bağlama'nın gereği var mı?

Seçim yüzünden AB kapıları Türkiye'nin yüzüne kapanacak mı?

İlk bakışta öyle. Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye için bir 'müzakere tarihi' çıkmasını beklemek mucizelere kalmış halde ve gerçekçi bir beklenti olamaz.

Zaten, bu uyum yasaları da çıksa; AB'nin Türkiye'nin 'uygulamada', Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getireceğine dair ciddi kuşkuları bulunuyor. Dahası, Kıbrıs sorununun, birkaç ay içinde çözülebileceğini ummak da, fazlaca iyimser olmayı gerektiriyor.

Herşeye rağmen, AB kapıları kolay kolay Türkiye'ye kapanmaz. Bir şartla: Seçim sonuçları, Türkiye'nin 'AB yönündeki iradesi'ni kesinlikle ortaya koyacak biçimde çıkarsa.

Türkiye halkının 'sağduyusu' ve seçimle 'temsil yenilenmesi'; Türkiye'nin AB'ye ilişkin en önemli kozu haline geliyor. Apartopar ve paldır küldür 'uyum yasaları' çıkartmaktan da önemli.

Öyle bir durumda, Aralık ayında Kopenhag'ta somut bir tarih çıkmasa bile; Türkiye'nin AB perspektiflerini açık tutacak bir karar çıkabilir.

Ve Türkiye, 2004'teki AB'nin ilk genişleme dalgasının hemen ardından, Romanya ve Bulgaristan'ın gerisine düşmeden 2007'de Avrupa Birliği bünyesine girer.

Yeter ki, seçime gidilsin; yeter ki, seçimde 'yanlış tercih' yapılmasın...


26 Temmuz 2002
Cuma
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED