|
|
5. Abant ya da onaylaNmak için onaylamak ve özne olamamak
Abant Toplantıları'nın bu yıl beşincisi düzenlendi. Bu yılki toplantının konusu küreselleşme sorunuydu. Üç gün süreyle siyaset, ekonomi ve kültür komisyonlarında yaklaşık 60 civarında akademisyen, gazeteci ve siyasetçi, küreselleşme sorununu çeşitli yönleriyle tartıştı, analiz etti ve sonunda bir bildirge yayınlandı. Ben, kültür komisyonundaydım ve en kalabalık komisyon da hem katılımcılar, hem de gözlemciler açısından kültür komisyonuydu. Kültür komisyonunda küreselleşme sorununun felsefî, kültürel, toplumsal, siyasal ve ekonomik boyutları ayrıntılı olarak tartışıldı. Ancak ortaya çıkan bildirgeye kültür komisyonlarında yapılan tartışma ve varılan sonuçlar hemen hemen hiç yansımadı. Bu konuyu, gerek ikinci gün, gerekse son gün yapılan müzakere toplantılarında gündeme getirdik. Gerek kültür komisyonunda, gerekse müzakere toplantısında Yasin Aktay, Alev Alatlı, Mustafa Armağan, Ali Bulaç, Reha Çamuroğlu, Tahsin Güngör, Kenan Gürsoy, Hayrettin Karaman, Ümit Meriç, Süleyman Seyfi Öğün, A. Yaşar Sarıbay, Nevval Sevindi ve bendenizin yaptığı konuşmalar, en azından kayda geçmiş oldu. Toplantı süresince yapılan tüm konuşma ve tartışmalar, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) tarafından kitaplaştırılacak. Son Abant Toplantısı'nı sadece sonuç bildirgesine bakarak değerlendirmek yanlış olabilir; o yüzden yayımlanacak kitabı beklemenizi öneririm. Toplantıya Türkiye'deki tüm farklı kesimlerden çeşitli isimlerin davet edilmesi, farklı dünya görüşlerine mensup aydınların ortak bir platformda buluşmaları, konuşmaları ve görüşlerini teati etmeleri bence önemsenmesi gereken bir olaydır. Abant toplantılarının en önemli yanı burasıdır. Çünkü Türkiye'de aydınlar gettolarda yaşıyor ve kendi gettolarının dışına çıkamıyorlar. Bu sadece Türkiye'ye özgü tuhaf bir durumdur. Örneğin ben Batı'da böyle bir şey görmedim: Oysa aydınlar arasında tuhaf duvarların örülmesi, aslında bir özgüvensizlik halinin "bastırılmış tezahürü"dür: Söyleyeceği olan insanlar, söyleyeceği olan başka insanları dinlemeye, onlarla diyalojik bir konuşma, tartışma içine girmeye özellikle özen gösterirler. Zira gettolara hapsolmak, kişinin sadece "kendisinin çalıp, kendisinin oynaması" anlamına gelir. Söyleyecek bir şeyleri olan insanlar, kendilerini gettolara hapsetmezler; çünkü kendilerini gettolara hapseden insanların, söyleyeceği bir şey yok demektir. Abant Platformu, bu duvarları yıkması açısından bence son derece önemli bir iş yapıyor. Böyle bir şeyin ben türü tükenmeye yüztutan sol kesim tarafından yapılabileceğini tahayyül bile edemiyorum. Çünkü sol, Batıda üretilen şeyleri burada karikatürize ederek tüketmekten başka bir şey yapamıyor. Bu ön-gözlemlerden sonra Abant'ın son toplantısına ilişkin kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Gerek komisyon toplantılarında, gerekse son gün yapılan müzakere toplantısında psikanalist Jacques Lacan'dan esinle altını çizdiğim bir nokta vardı: Kürselleşmeyi onaylamak da, küreselleşmeye karşı çıkmak da, bizi aynı noktaya götürüyor: Küreselleşmeyi, dolayısıyla küresel süreci üreten aktörleri özneleştirmeye, kendimizi de nesneleştirmeye itiyor. Başka türlü söylemek gerekirse, küreselleşmeyi onaylayarak arzumuzun nesnesi haline getirmemiz de, küreselleşmeye karşı çıkarak küreselleşmeyi saldırganlığımızın nesnesi haline getirmemizde, bizim küreselleşmeyi söylemimizin merkezine oturtmamıza, kendimizi kendi ellerimizle küreselleşmenin nesnesi yapmamıza yol açıyor. Sonuçta küreselleşmeyi onaylamakla da, küreselleşmeye karşı çıkmakla da, küreselleşmeyi vazgeçilmez kılmış ve meşrulaştırmış oluyoruz. Burada bu iki yaklaşımın ve duruşun ötesinde üçüncü bir yaklaşıma veya duruşa ihtiyacımız var: O da küreselleşmeye GÖRE ya da küreselleşmeye KARŞI değil, küreselleşmeye RAĞMEN bir şeyler yapmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Küreselleşmeye göre ya da küreselleşmeye karşı belirlediğimiz tavır ve konumlar, küreselleşmeyi ve küreselleşmeyi üreten aktörleri ÖZNE'leştiriyor; kendimizi ise NESNE'leştiriyor. Küreselleşmeye RAĞMEN yaklaşımı, bizim küreselleşme süreçlerinin farkında olmamızı ama KENDİmize özgü bir konum belirlememizi, dolayısıyla küreselleşmeyi değil, kendimizi ÖZNE'leştirmemizi kolaylaştırıyor. Sonuçta küresel sürece katılmak veya eklemlenmek de, küresel sürece karşı çıkmak da bizi bir yere götürmüyor. Çünkü bu iki tavırda da öne çıkan şey, küreselleşmeyi özne olarak konumlandırmak ve onaylamak anlamına geliyor. GÖRE tavrı doğrudan, KARŞI tavrı da dolaylı olarak küreselleşmeyi onaylamaya, meşrulaştırmaya, Süleyman Seyfi Öğün'ün toplantıda da söylediği gibi küreselleşmeyi metafizikleştirmeye, yani mutlaklaştırmaya itiyor. Bu iki tavır da bizim bir şey söyleyemediğimiz, dolayısıyla yenilgi psikolojisi ile hareket ettiğimiz anlamına geliyor. Yenilgi psikolojisi üzerine bina ettiğimiz bu iki konum da, bizim küreselleşmenin imkânlarını ve zaaflarını görmemizi önlüyor. Küreselleşme, nötr olarak baktığımızda bir yüzleşme biçimidir. Ama fiilen yaşanan (tarihsel) durum olarak küreselleşmenin iki düzlemde karşımıza çıkan bir yüzsüzleşme biçimi olduğunu görüyoruz: Birinci düzlem şu: Küreselleşmenin kodlarını da, süreçlerini de, kurumlarını da esas itibariyle Batılılar üretiyor; biz ise tüketiyoruz. Onlar özne, biz nesne oluyoruz. Yani ortada biz yokuz: Maskeler var. Sürekli değişen maskeler / yüzler, imgeler, görüntüler. Bizim yüzümüz; yani kimliğimiz belirleyici şekillerde öne çıkmıyor. Biz sürekli olarak belirleniyoruz, tanımlanıyoruz, sürükleniyoruz. İkinci düzlem ise şu: Küreselleşme gerçekten yüzsüz, arsız, vicdansız bir pratik üretiyor. Yine S. Seyfi Öğün'ün dikkat çektiği gibi, Birleşmiş Milletler'in ABD dışında operasyon yapan ABD askerlerinin işledikleri suçlardan ötürü yargılanmamasına ilişkin ürkütücü bir karar alması, küreselleşmenin bu ikinci anlamdaki yüzsüzlüğünü, arsızlığını, dayatmacılığını çok iyi gözler önüne seriyor. Küreselleşmeyle başedebilmenin yolu bizim müslümanlar (KENDİmiz) olarak adalete, hakkaniyete, ahlaka, adil paylaşıma dayalı küresel bir paradigma üretebilmemizden geçiyor: Bunun için küreselleşmeye GÖRE (küreselleşmeyi onaylayarak) ya da küreselleşmeye KARŞI durarak değil, küreselleşmeye RAĞMEN küresel, herkesi kendileştirici, özneleştirici, özgünleştirici, özgürleştirici yeni bir paradigma icat ve inşa etmemiz gerekiyor. Acaba şu Türkler veya müslümanlar küreselleşme gibi önemli bir konuda neler söylemişler diye merak edip de Abant metnine bakan biri, "bu metinde müslümanların söyledikleri kendilerine özgü bir şey yok. Mevcut küreselleşme söylemini ya doğrudan onaylıyorlar, ya da bu sürece bir yerinden katılarak dolaylı olarak onaylamış oluyorlar. Demek ki, Türklerin bu konuda söyleyecekleri özgün şeyler yokmuş. Yani mevcut süreci onaylayarak, kendilerini onaylatmaktan başka bir şey yapmamışlar" diyecektir. Burada cevaplanmayı bekleyen hayatî soru/n şu: Bizim bu dünyaya, mevcut söylemleri onaylamaktan başka, kendimize özgü, söyleyeceğimiz esaslı ve özgün şeyler yok mu?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |