|
|
Mustafa Kemal
İsrail devletine karşıydı!
(Bu yazı, bundan iki yıl mukaddem, Yeni Şafak gazetesinde, bir başka köşede, bir başka imza altında yayımlanmış ve Ömer Çelik dışında hiçbir arkadaşımızın ilgisini çekmemişti. Şimdi, mezkur yazının "düzeltilmiş" ikinci baskısını sunuyor, güncel "Türkiye-İsrail yakınlaşması" ya da "çelişkisi"ne, bir de bu gözle bakmalarını rica ediyorum ilgililerden ve Türk entelijansiyasından.)
Malum sürecin de ittirmesiyle, İsrail devletinin varlığına yönelik her türlü "eleştirel" faaliyet, Türkiye'nin "güvenlik sorunu" haline getirildi. Örneğin, gazeteci Nurettin Şirin, "Hizbullah örgütüne üye olduğu kanaati uyanmıştır" hüküm cümlesiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 17.5 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı... Şirin İsrail'de yargılansaydı, alacağı ceza 8-10 ayla sınırlı kalacaktı. Gerçi hiçbir "hukuk" pratiği "kanaat"e göre hüküm vermez, ama Türkiye Cumhuriyeti adaleti, Şirin'i cezalandırmak suretiyle, bu alanda da bir ilke imza atmış oldu. "Mustafa Kemal İsrail devletine karşıydı" desem, fazla mı iyimser yaklaşmış olurum? Sanmıyorum. Mustafa Kemal'in, Millî Mücadele safahatında bir "Türk-Arap karşıtlığı" yaratarak Ortadoğu'yu denetimi altında tutmaya çalışan ve istikbaldeki Yahudi devletine zemin hazırlayan ehl-i salip muhasebeyi iyi okuduğu kesin. Bunu nereden anlıyoruz? Bu "tehlike"ye karşı "Türkiye-Suriye-Irak Federasyonu" fikrini ortaya atmış olmasından. Tarih kitapları bundan söz etmez. Hele Kemalistler? Hele Türkiye'yi "ABD-İsrail" ekseninde tavır almaya zorlayan icazetli vatanseverler? Hele "Türkiye'nin geleceği hukuktan mı ibarettir?" diye soran, "11 Eylül'ü, 28 Şubat sürecinin meşruiyet belgesi" olarak sunmaktan utanmayan nevrotik kalemler? Hele Mustafa Kemal'i Pol Pot'un sülbünden gelmiş sıradan bir "bozkır devrimcisi" sayıp, Atatürkçülüğü Misak-ı Millî çerçevesinde Kemalist bir "teokratik düzen" kurmak şeklinde anlayan, onun "Düvel-i muazzamaya karşı, gerekirse Hatay'a gidip çete reisi olurum" sözündeki tarihsel yükümlülüğü kavramaktan aciz Millî Şef aydınları? Hele tarihçiler? Hele akademisyenler? Hiçbiri Mustafa Kemal'in bu yönü üzerinde durmaz. Hiçbiri "kutsal" saydıkları "Nutuk"u, hadis külliyatı niyetine edindikleri "Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri"ni incelememiştir. Hiçbiri, Türkiye İş Bankası'nın latinize ettiği TBMM gizli celse zabıtlarından konuyla ilgili görüş ve düşünceleri okumamıştır. Bakalım 24 Nisan 1920'de Meclis'te yapılan gizli oturumda, bizzat Mustafa Kemal'in ağzından mezkur "dayanışma"ya (İsrail benzeri oldu-bittilere karşı Türk, Arap ve İslâm halkları dayanışması) nasıl bir açılım getirilmiş: "...maddi ve manevi kuvvetler karşısında bütün cihan ve Hıristiyan politikasının en şiddetli hırslarla 'Haçlılar Savaşı' yapmasına karşı, sınır dışından bize yardımcı olacak, birer 'dayanak noktası' oluşturacak kuvvetleri düşünmek zorunluluğu da olağandı. (....) İşte, açıkça söylememekle beraber, gerçekte bu dayanak noktasını aramaktan geri durmadık. Elbette selamet ve necat için tek kaynak İslâmlık aleminin kuvvetleri olmuştur. İslâmlık alemi birçok noktalardan ulusumuzla, devletimizin geleceğiyle yakından olağanüstü ilgilidir. (Bize) dinsel bağlantıları olmakla ve 'bu cihetle' bütün İslâm âleminin bize yardımcı ve destekçi olduğunu zaten kabul ediyoruz..." Yaptıkları her işi Atatürk'e dayandıran, İsrail devletine yönelik her türlü sivil tepkiyi de Türkiye'nin güvenlik problemi haline getiren güç merkezleri, "Türkiye-İsrail İttifakı"nı bir de bu gözle teşrih masasına yatırsınlar... Bakalım ne görünecek?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |