T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yazar BAŞLIK

İngiltere'nin önde gelen pazar gazetelerinden The Observer'ın başlığı şöyle: "Açlık grevcilerinin ölümü karşısında Türkiye hareketsiz."

Londra'da Türkçe ve İngilizce yayınlanan haftalık Toplum Postası Gazetesi'nin kapak konusu da aynı.

Gazetenin son sayısında, Londra'da yaşamını sürdürürken Türkiye'ye giderek 3 Haziran 2001 tarihinde ölüm orucuna yatan ve 301 gün sonra yaşamını yitiren Meryem Altun'un yürek burkan hikayesi anlatılıyor. Meryem Altun'un ölümüyle 535 gündür sürdürülen ölüm oruçlarında ölenlerin sayısı 90'a ulaşmış.

90; sıradan bir sayı gibi görünüyor önce.

90... Doksan...

Sonra dehşete düşüyor insan.

90 kişi, 90 insan ölüm oruçlarında hayatını yitirmiş.

Daha 200 kişi sıradaymış...

Yani, 200 kişi daha ölüm sınırına yaklaşmış.

Kitle halinde ölümler bekleniyormuş.

Kimsenin sesi soluğu çıkmıyor.

Doğrudur, Filistin'de İsrail'in uyguladığı kıyımda ölenler için sesimizi çıkartmamız gerekir.

İnsanlık adına Filistin'de soykırıma dönüşmüş İsrail şiddetini kınamalıyız.

Ya kendi insanlarımızın birer birer yokoluşu?

Observer'ın bile dikkatini çekmiş.

"Türkiye hareketsiz" diyor.

İngiliz basınında cezaevlerinin feci durumu, F tipi cezaevlerini protesto için açlık grevine yatanlar ve ölüm orucunda ölenlerle ilgili hayli haber çıkıyor.

Türkiye'de medya suskun...

Meseleye sadece insani bir olay olarak dahi bakamıyorlar.

Türkiye'deki Adalet Bakanı'nın ağzından çıkan her laf, medya için adeta bir yönerge oluyor.

"Devlet terör örgütüne boyun eğmez" diyor bizim sayın bakan...

"Tamam, eğmez" diyelim. Ama hiçbir devlet de kendi vatandaşlarının ölümüne bu kadar keyifle yaklaşamaz.

"Bunlar zaten terör örgütü üyesi, n'apalım kendi kendilerini öldürüyorlar" diyemez.

Cezaevinde de olsa, 'terörist' de olsa insan hayatı söz konusu.

Terör örgütünün açlık grevlerinde kabahati varmış, onlar cezaevlerindeki militanlarına ölüm oruçları için talimat veriyorlarmış falan gibisinden gerekçelerin geçerli olduğunu varsaysak bile bunların çok gerilerde kaldığı bir süreç yaşıyoruz.

Devlet devletliğini bilmeli.

'Terör örgütü' ya da 'örgütleri' ne derse desin, devlet vatandaşlarının hayatını kurtarmak için gereken insanî adımları atabilmeli.

Bu insanlar zaten sizin elinizde. Bir yere gidebilmeleri falan da mümkün değil.

Sonra cezavlerinin koşulları ve cezaevi kuralları ayrı bir ceza olarak mahkum ve tutukluların insanlıklarına, onurlarına ve en temel kişilik haklarını ezmeye yönelik.

Onların önce kişiliklerini ezmek ve insan olarak onurlarını kırmak istiyorlar.

Onları yerlerde süründürdükten, bir paçavraya dönüştürdükten sonra bazı hakları tanımayı düşünecekler.

Cezaevi reformu ve F tipi dedikleri bu...

90 kişinin ölmüş olması, bir 200 kişinin daha sırada olması vicdanları sızlatmıyor mu acaba?

Bu duruma bir son vermek Adalet Bakanı'nın görevi değil de acaba kimin görevi?

Şaron, Filistin'de kan dökerken "terörizm karşısında kendimizi savunuyoruz" diyor.

Bunu yaparken en temel insan haklarını bile ihlal ediyor. Kendisi misliyle terörizm uyguluyor ve kimseyi de öldürdüğü masum insanların terörist olduğuna inandıramıyor.

Adalet Bakanı da diyor ki, "Bunlar, -açlık grevinde kendilerini bilmez şekilde ölümü bekleyenler- ağızlarıyla kuş tutup önce kendilerini gardiyanlara beğendirsinler sonra onların ortak mekanlardan yararlandırılması meselesini değerlendireceğiz."

Ve üç baro başkanının kendisine yaptığı 'Üç kapı-Üç kilit' önerisini elinin tersi ile itiyor.

"Bu tip öneriler terör örgütünü desteklemek anlamına gelir" diyor.

Varsayalım ki şu noktadan sonra örgütler ortadan çekildiler.

"Biz ölüm oruçlarının bitmesini istiyoruz" dediler. Buna karşılık hükümlü ve tutuklular ölüm oruçlarına bireysel kararlarıyla devam ettiler.

Ne olacak?

Devlet bu insanları kurtarmak için bir adım atmayacak mı?

90'ıncı ölüm. Ve 200 başka ölüm de sırada.

Belki şimdi, 'terör örgütü' deyip, 'terörist' deyip devlet korkusu salarak bu haberlerin medyada yayınlanmasına engel olabiliyorlar. Bu insanların sessiz sedasız ölüp gitmeleri şimdi kimsenin umurunda değilmiş gibi...

Ama bu kan unutulur mu?

Toplumsal hafıza, devletin bu kadar insanın ağır ağır ölümüne göz yumduğunu, 400 kadarının da sakatlanmasına neden olduğunu unutur mu?

İstediğiniz kadar medya desteğini arkanıza alın. İstediğiniz kadar sahte sivil toplum örgütlerinin bu mesele karşısında sessiz kalmasını sağlayın.

Gün gelir, bu kadar ölüm ve dökülen bunca kanın neden olduğu nefret kendini bir biçimde ortaya çıkarır.

Bu kadar insanın ölümüne sebep olmak, bu kadar insanın ölümüne sessiz kalmak...

Bu sağlıksız durum enazından vicdanlarımızı mutlaka, ama mutlaka bir biçimde rahatsız edecektir.

-Bu söz kuşkusuz, rahatsızlık duyacak kadar vicdanları olanlar için söylenmiştir.


8 Nisan 2002
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED