T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

G Ü N D E M

Dilde sadeleştirme faciası

Arapça ve Farsça kökenli kelimelere uygulanan ambargo, yeni nesillerde bir dil zâfiyeti doğururken yakın geçmişe âit edebî ve ilmî eserlerin dilinin değiştirilmesine ve bozulmasına da yol açmıştır.

Türkçenin son 70 yıllık macerası; yanlışlarla, yanılgılarla ve bilgisizlikle dolu bir hazîn hikâyedir.. Başlangıçta, dilimizi arapçanın ve farsçanın hegemonyasından kurtarmayı ve türetme eklerini işleterek zenginleştirmeyi hedef alan iyi niyetli bir hareket, daha sonraları ifrâta vardırılmış, tabiî eklerle türetme kanunlarına göre yapılması gereken yeni kelimeler, bu kanunlara riâyet edilmeden yapılmış, fiil kökünden kelime türeten eklerle isimlerden, isimlerden kelime türeten eklerle de fiil köklerinden yeni kavramlar teşkîl edilmiştir. Bu da dilimizde bir karışıklığa sebeb olmuştur.. Bir başka hatâ da, yerine, kimisi güzel ve Türkçenin semantik kanunlarına ve selîkasına uygun, kimisi de zevksiz ve kakafonik yeni kelimeler yapılmış olan arapça ve farsça kökenli kelimeler, ders kitaplarından ve resmî yazılardan bıçakla kesilir gibi birdenbire kaldırılmıştır, yenileri yerleşmeden eskilerin kaldırılması ve okuyan gençliğe öğretilmemesi; yeni nesillerde bir dil zafiyeti, bir lisan kısırlığı, bir ifade güçlüğü yaratmıştır..

Bu halde felsefeye, edebiyata ve fikir hayatına menfî (olumsuz) surette tesir etmiş, sosyal ve ekonomik münasebetlerde, kültür olaylarında hattâ meslekî inkişaflarda, öğretimde zorluklara ve sıkıntılara sebep olmuştur..

Hastalık devam ediyor

İnsanlarımızın konuşmasında, yazmasında ve birbirleriyle anlaşmasında vukua gelen bu zorluk; nihayet öğretmenler, edebiyatçılar, yazarlar ve aydınlar tarafından farkedilmiş ilmin ve aklıselîmin sesi, bazı yayıncılar, yazarlar ve öğretim üyeleri dışında bütün millet tarafından duyulmağa ve idrâk edilmeğe başlamıştır.. Bir 10-15 sene var ki, "mutlaka yeni kelimelerle yazmak", "mutlaka yeni kelimelerle konuşmak meşâkı moda olmaktan çıkmış, ahâlî ve aydınlar, kalem erbabı ve bürokratlar tabiî dille konuşmaya ve yazmağa başlamışlardır.. Burada bir noktayı tavzih etmekte (açıklamakta) fayda vardır.. O da halkın, yani ahâlînin konuştuğu dil, daima tabiî Türkçe, yaşayan Türkçe, canlı Türkçe olmuştur.. Bundan evvelki cümledeki ahâlî kelimesi, içinde öğrencisi, öğretmeni ve münevveri de bulunan halk anlamında sarfedilmiştir.. Asıl ahalî, yani sokaktaki vatandaş, arıtürkçeye hiç iltifat etmemiştir..

Bununla beraber, bizim iyimser olmak, iyi şeyleri görmek temayülümüz, dil mevzuunda bir intibah'ın vücuda geldiğini bize düşündürse de bazı okullarda, bazı fakültelerde ve bazı öğretim üyelerinde bu hastalığın hâlâ devam ettiğini inkâr etmeğe, görmemezlikten gelmeğe imkân yoktur..

Eserler nasıl katlediliyor?

Meselâ bir Atlas Yayınevi vardır.. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın, Halide Edib Adıvar'ın zaten sade ve tabiî dille yazılmış bulunan eserlerinin dilini değiştirerek yayınlamıştır.. Yani bu yüksek evsaflı romancılarımızın güzel dilini ve güzel eserlerini tahribetmiştir.. Kalitelerini bozmuştur, yoketmiştir.. Buna hakkı var mıdır? Gelecek nesillere büsbütün başka bir dilin, büsbütün başka bir eserin sahibi olarak gösterilmeye Halide Edib ve Hüseyin Rahmi Gürpınar lâyık mıdırlar? Bu hareketin bir cezaî ve hukûkî sorumluluğu yok mudur?

Bateş Yayınevi, neşrettiği Tanzîmat Edebiyatı Antolojisi'ne, Servetifünun edebiyatı antolojisine aldığı metinlerin dilini büsbütün değiştirerek bu eserleri yayınladı..

Yazık oldu Hüseyin Cahit'e!

İş Bankası adına yayınlanan bazı eserlerde de ayni harekete, ayni dil değişikliğine teşebbüs edilmiştir.. Edebî bir eserin dilini değiştirmek, cehaletin, gafletin, cür'etin ve haksızlığın, yazarın haklarına tecavüzün alâmeti değilse neyin alâmetidir? Bunlar kendilerini edebiyata, san'ata, insanlara hizmet ettiklerini mi zannediyorlar?..

Eğer öyle zannediyorlarsa, biz bu dil mütecavizlerinin basiretinden, ilmî ve edebî yetkilerinden, insan haklarına riayet duygularından, adâletlerinden şüphe etmekte haklı değil miyiz?

İş Bankası nâmına yayınlanan Hüseyin Cahit Yalçın'ın hatıraları, (sözde bugünkü dile çevrilerek) berbat edilmiştir.. Servetifünundan bu tarafa (1957'ye kadar) Türk edebiyatının ve Türk nesrinin bu güçlü kalemi, bu kitapta yokedilmiş; dilinin verdiği tad, bir zevksizliğe, bir kabalığa, hışır bir bostan tatsızlığına tahvil edilmiştir..

Elimizden Hüseyin Cahidi okumak zevki zorla istirdat edildiği için İş Bankası temsilcileri öğünebilirler..

Türk edebiyatında isim yapmış birçok fikir ve san'at adamının eserlerini sadeleştirerek yayınlama modasına ayak uyduran daha başka yayınevleri ve editörler de vardır..

Bunları durdurmanın çaresi; işledikleri manevî suçun maddî ve hukukî müeyyidesini tatbîk etmekten başka birşey olamaz.. Bu iş için, mevcut mevzûat ve kanun maddeleri, eğer kâfi gelmiyorsa yeni maddeler yeni hükümler vâzetmek gerekir..

Kanâatimizce, Kültür Bakanlığı ve Adâlet Bakanlığı mevzûyu incelemek ve kanûnî tedbirleri tesbit etmekle mükelleftir..

'Ülkeyi düzeltmek için evvelâ dili düzeltin'

Mustafa Balbay, 15 Mart 2002 tarihli Cumhuriyet'te, bunalıma düşen Çin'i düzeltme çaresi için kendisine başvurulan Konfüçyüs'ün sözlerini naklediyor:
"Büyük Bilge demiş ki:
"-Dili düzeltin!.."

soruyu soranlar şaşkın şaşkın bakınca, Konfüçyüs devam etmiş:

-Bir ülkede dil iyi kullanılırsa herkes derdini iyi anlatabilir. Dertler anlaşılınca çözümler üretilir.. İnsanlar birbirini daha iyi dinler, dinlediğini anlar.. Adalet kolaylaşır.. Ülke idaresi de düzene girer.."

Memleketimizdeki birçok sosyal, ekonomik ve siyasi ihtilâflar da kelimelere, tabirlere, herkesin aynî mânâyı vermemesinin, yahut bir tarafın kullandığı kavramı diğer tarafın bilmemesinin yahut yanlış bilmesinin payı olmadığını söyliyebilir miyiz?

Eski kelimeleri yasaklamakla, ayrıca yeni teşkîl edilen yahut yeni teklif edilen kelimelerin kısa zamanda herkes tarafından öğrenilememesinin de, kolay anlaşmayı zorlaştırdığını, engellediğini inkâr edebilir miyiz?

O halde; eskisiyle yenisiyle dilimizi iyi öğrenmek, gençlerimize, çocuklarımıza iyi öğretmek, eksiksiz öğretmek zorunda olduğumuzu bir ân bile unutmamalıyız!..

ESKİ KELİMELERİ ATMAK KÜLTÜRÜ YOK EDER

Hâdi Uluengin, 2 Mart 2002 tarihli Hürriyet gazetesinde şöyle yazıyor: "Fransızca çekimde yardımcı fiile başvurulduğu için Mösyö Menegakis'in çok doğru ve haklı olarak, karışımlı anlamında kullandığı (mürekkep) deyişinden kopmuşsak, iş cidden değişir.. Çünkü, çaresi yok, mutlaka (elim can sıkıntılarından mürekkep uzun saatler...) diyen Halid Ziya Uşaklıgil'den de koparız.. Yani Türkçenin ve Türk edebiyatının bir devinden.. Yani kendimizden.. Sonra Arabî kökenli diye mubadele'den, müdahale'den, hattâ mühendis'ten de koparız ki, böyle bir arınma, bizi aslında düşünmekten arındırır. Nesnelerin, hislerin, hal ve oluşların en ince ayrıntılarla ifade lügatını sınırlayan ve fukarâlaştıran herşey, özünde düşünceyi sınırlar ve fukaralaştırır.. Mübadele yerine değiş-tokuş dediğinizde hem nüansı ıskalarsınız, hem de daha önemlisi, tarihimizin kollektif hâfızasına sünger çekersiniz. Yabancı kökenli sözcüklerden temizleme iradeciliğiyle dilin kendi doğal evrimine metazori müdahele ederseniz, ister kastî olsun, ister olmasın, eninde sonunda düşünceyi temizlersiniz.."

YOZLAŞMA HAKKINDA NE DEDİLER?

"Anadilimizdeki yetersizlik, düşünce fonksiyonunu ve öğrenme kapasitesini tahdit ediyor, zorlaştırıyor.." "Kendi lisanını iyi bilmeyen yabancı dili iyi öğrenemez.."
İLTER TÜRKMEN, (29 Aralık 2001 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan makalesinden)

"Türk dili kültürel çokkatlılığını ve nüans zenginliğini geniş ölçüde kaybederek yeniden ilk çıktığı tek boyutlu bozkır dili tipine geri dönüyor.."
Alman Türkoloğu OTTO JASTROW (Türk Ed. Dergisi, sayı: 338)

"Şayet bir dile yarı cahil ve sadik boşkavanozlar hâkim olursa, artık o dilin her geçen gün biraz daha seviyesizleşmesi ve âdîleşmesi (gayrı kabili içtinaptır). Bakınız 60 yılda cihan lisânından aşîret lehçesine rücû ettik.."
YAĞMUR ATSIZ (Meçhul genç gazeteciye mektuplar)

Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır

Viyanalı dil filozofu Ludwig Wittgenstein (1889-1951), Tractatus Logicophilosophicus (Mantık ve felsefe incelemesi) isimli eserinde: "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır" demektedir.. Demek ki insanın kelime hazînesi ve ifade yeteneği ne kadar geniş ve zenginse, düşünce ve aksiyon kudreti de o kadar geniş ve zengindir.. O halde biz kavramları, terimleri ve kelimeleri azaltmağa değil çoğaltmağa bakmalıyız!..

'İleride bozuk Türkçeli yazar da bulamayacağız'

Romancı Pınar Kür, Radikal gazetesinin kitap ekindeki ankete verdiği cevapta: "Gazetelerdeki yazarların türkçesinin bozukluğundan şikayetçiyim" demiş.. Dil bozukluğu yazarlara ediblere sirayet ettiyse, iş vahâmet kesbediyor, demektir!.. Bizi besleyen edebî eserlerin dillerini arılaştırmaya ve değiştirmeye devam edersek ileride bozuk türkçeli yazar bile bulamıyacağımız muhakkaktır!.. Bu suçu irtikâb edenler ya suç işlemekten vazgeçmelidir, yahut devlet ve hukuk aracılığıyle vazgeçirilmelidir.. İş bu raddeye gelip dayanmıştır..



8 Nisan 2002
Pazartesi
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED