|
|
Kendi kendimizi köşeye sıkıştırmamak için
Seçim gündemi yoğunlaştıkça, zaten darmadağın bir görüntü veren siyasi alan iyice çetrefilleşiyor. Bir yandan 'toparlanma' arayışları sürüyor, öbür yandan her toparlanma hamlesi ile beraber daha çok 'parçalanıyor' siyaset. Siyaseti yeniden inşa etmeye çalışan her odak, siyaseti bütünleştirmeye harcaması gereken enerjisini, siyasetin parçalanmış yapısının bir unsuru olmamaya harcamak zorunda kalıyor… Yüzyıllardır Türkiye aynı gerilimi taşıyor. Gerilimin nelere mal olduğunu ve bu kadar bedele rağmen hala neden taşınmaya devam ettiğini göz önüne alırsak, 'siyasal merkez'le 'siyasal çevre/taşra' arasında kurulan bu 'gerilim'le Türkiye arasında hastalıklı bir ilişki olduğu sonucuna varabiliriz. Çünkü 'buralar'da her gelecek perspektifi aynı oranda iç mücadeleyi yansıtır ve her iç mücadele, gelecek üzerine bir tartışma gibi sunulur. Bu nedenle devlet, sürekli olarak gücünü merkezileşmeyi yoğunlaştırmaya harcarken, çevre de merkezi kendine göre yoğurmaya yönelir. Merkez'in ve çevre'nin demokratik bir sinerji yaratmasına dönük bir proje ile bu topraklar hiç tanışmamıştır adeta. Konya Mevlevihanesi'nin gücünü dengelemek ve azaltmak üzere İstanbul Mevlevihanesi'nin kurdurulmasına yönelen 'siyasi reflesk' ne ise, bugün 'belli siyasi hareketlerin önünü kesmek üzere merkez sağı yeniden inşa etmeye yönelen siyasal mühendislik projeleri' de odur. Dünden bugün değişine bir şey yok, hatta daha da yoğunlaşmış bir merkez çevre gerilimi var… Bugün aynı konu üzerinden gerilimi tırmanıyor Türkiye'nin. Olası bir erken seçim karşısında, sahnede 'gerilim' mi olacak, yoksa 'siyaset'in yeniden ve gerçekten sahne alabilmesi mümkün olacak mı? Bu sorunun cevabı Türkiye'nin bugünkü şartlarında son derece hayatidir. Çünkü içinde bulunulan ekonomik kriz ortamında manevra sahası son derece daralmış bir ülke konumunda Türkiye. Manevra sahasını genişletmesi gereken siyaset kurumu ise ağır yara bereler içinde. Ekonomik kriz ve siyasi kimlik gerilimleri çevre'den yükselen tepkileri yoğunlaştırıyor. Türkiye'nin 'siyasal merkez'i ile 'sosyolojik merkez'i arasındaki 'kopuş' en dinamik noktasına ulaşmış durumda. Bu durumda 'sosyolojik merkez'in gücünü elinde tutan siyasi hareket 'siyasal merkez'den kendiliğinden uzaklaşıyor, 'siyasal merkez'e yönelenler de 'sosyolojik merkez'le her geçen gün daha mesafeli hale geliyorlar. Bu gerilimin, Türkiye'nin iç siyasi dinamikleri ile çözülmesi zor görünüyor. Çünkü, merkez'i inşa etmeye yönelen her hamle çevre'den daha çok kopuşu getiriyor ve çevre'yi daha çok istihdam eden her siyaset biçimi de merkez'deki dağınıklığı tetikliyor. Bu noktada yapılması gereken, siyaseti bu dar alan dinamiklerinden kurtarmaktır. Kısır çekişmelerden ibaret hale gelmiş olan dinamiklerden boşanmadan, siyasete yeni bir alan açmak mümkün olmayacaktır. Siyasetin bir üst düzeye sıçraması ve buradan geriye doğru iç siyasi tartışmaların şekillenmesi gerekiyor. Siyaseti üst noktaya taşıyacak olan 'çekim gücü' AB'ye tam üyelik meselesinin bir gerçek bir siyasal gündem olarak tartışılmasıdır. 'AB'ye girersek tüm dertlerimiz biter' ya da 'AB'ye girersek bölünürüz' gibisinden apolitik, siyasi olmayan ve ancak 'yandaşlık' ya da 'karşıtlık' üretmeye yarayan saflaşmalardan kurtularak, AB'yi siyasetin gündemi haline getirmek gerekiyor. Merkez'in çevre'yi kontrol etme yeteneğini kaybetme korkusuyla AB'ye fren yaptırması ya da çevre'nin merkez'i yoğurmak üzere AB'yi araçsallaştırması, gerilimleri daha çok artırıyor ve dünyanın birçok ülkesi için çözümü işaret eden dinamikler Türkiye için yeni gerilim noktaları olmaya başlıyor. Kendimizi köşeye sıkıştırıyoruz ve her geçen gün alan daralıyor. Siyaseti ciddiye almayanların, ciddiye alınacak taraflarının olmayacağını ispat etmeye soyunan bir siyasi örnek haline geliyor, Türkiye'yi siyasetsiz bırakanlar…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |