|
|
Bu benim Yılmaz'a son kıyağım
28 Şubat'tan bu yana yaşadığmız uzun bir "kâbus" döneminin ardından galiba bu kez sandığın ucu göründü. Kemal Derviş'in, "Artık seçimi çok fazla ertelemek doğru değil. Seçim tarihinin belli olması, belirsizliği azaltan bir olay olur" sözleri, kesinlikle 2004'e sarkmayacak bir seçimin habercisi gibi gözüküyor. Aslında bu yeni süreç, Başbakan Ecevit'in "gaz sıkışması" sonucu hastaneye kaldırılmasıyla fiilen başlamıştı. Anlaşılan o ki, Ecevit'in hastalığı "spekülasyon"a mahal bırakmayacak derecede ciddi. Şimdi yapılması gereken, Türkiye'nin gelecek on yılını ve daha da önemlisi Avrupa Birliği rotasını değiştirmeyecek sağlıklı bir seçim yapmaktır. 28 Şubat sonrasında yaşadığımız süreç gösterdi ki, Türkiye değişim alanında ciddi anlamda en küçük bir adım bile atamadı. Toplumda yaşanan ve alttan gelen değişimi farkedemediğimiz gibi, ülkenin geleceğini hâlâ "eski dengeler"de aramakta ısrar ediyoruz. Oysa yeni dünyanın yarattığı değişim gerçeği, devlete endeksli "derin" iktidar ilişkilerini, "statüko"ya dayalı siyasi ve toplumsal ittifakları altüst etmiş bulunuyor. Artık Türkiye eski "aktörler"le ve "yönetemeyen siyaset" anlayışıyla bir yere gidemez. Siyasetin "mefluç" hale geldiği bir ülkede eğer değişim dinamiklerini harekete geçirecek yeni siyasi "aktörler" devreye sokulamazsa, siyaseti kuşatan fiili "vesayet hali"nin sürmesi kaçınılmaz olur. Bu yüzden Türkiye, yapılacak yeni bir seçime dünyanın yeni yönelimini iyi kavramış, Türk toplumunun "Değişim talepleri"i içselleştirmiş genç yüzlerle gitmek zorunda. Mevcut siyasi aktörlerle yapılacak yeni bir seçim, toplumun siyasete ilişkin kaybolan umutlarını hepten yokedecektir. 28 Şubat'la başlayıp çatışma ve kutuplaşmanın alabildiğine azdırıldığı, krizin adeta dibinin bulunduğu bir siyasi atmosferde toplum kime, nasıl güvensin ki... 28 Şubat sonrasında özel olarak "icat" edilmiş bir "istikrar" adına adeta Başbakanlık'ta "rehin bırakılmış" görüntüsü veren, sağlık sorunları yüzünden çıkan spekülasyonlarla Türkiye'yi dünyada "belirsizlikler ülkesi" imajına mahkum eden Bülent Ecevit'e mi? Bütün siyasi hayatı boyunca hep kaybeden, ancak elindeki "güçlü kartlar" sayesinde hep kazanıyormuş gibi yapmayı beceren Mesut Yılmaz'a mı? Yoksa "kapalı Türkiye" hayallerini toplumla paylaşmamak için susan ve susmasında "keramet" aranan Devlet Bahçeli'ye mi? Kim ne derse desin, artık Türkiye, toplumdaki güven kredisini sıfırlamış bu umutsuz "siyaset üçgeni"nden kurtulmalıdır. Şimdi ben bir çılgınlık yapıyorum ve hem ülkenin selameti, hem de Mesut Yılmaz'ın geleceği için bir "umut projesi" öneriyorum. Görünen köy kılavuz istemez. Mesut Yılmaz'ın genel başkan olduğu bir ANAP'ın baraj altında kalması mukadderdir. ANAP'ın bu erime, hatta yokolma sürecini durdurmasının mantıksal bir tek çözümü var. O da Yılmaz'ın genel başkanlığı "anlaşarak" Erkan Mumcu'ya devretmesidir. "Anlaşarak" ifadesini bilerek kullandım, zira böyle bir çözüm Yılmaz'ın o hiç bitmeyen "Çankaya hayali"nin de önünü açacak bir yöntemdir. Erkan Mumcu dinamik siyasi vizyonu, genç demokrat tavrı, toplumun geniş kesimleriyle buluşan kimliği ile toplumdaki demokrat ve "değişimci" karşılığını neredeyse tümden kaybetmiş olan ANAP'ı ayağa kaldırabilecek tek isim. Aksi takdirde, Yılmaz başkanlığında seçime girecek bir ANAP büyük bir "seçim hezimeti"yle siyasete veda edebilir. Böyle bir formül, aynı zamanda siyasetin önünü açacak etkili bir yöntem olabilir. Her nekadar Yılmaz, bütün umutlarını şu anda siyasetin yükselen yıldızı Tayyip Erdoğan'ın bazı "derin" yöntemlerle "diskalifiye" edilme kampanyasına bağlamışsa da, bu işten Yılmaz'a ekmek çıkmaz. Farzedelim ki, Erdoğan devre dışı bırakıldı. Peki Yılmaz'ın, toplumdaki AK Parti'ye büyük yönelişi durdurabileceğinin bir garantisi var mı? Ha, 'devletimiz bu konuda gerekli tedbirleri alır' diyorsa onu bilemem...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |