T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Zor seçim

Türkiye seçimi konuşuyor. Ama seçim zor. Çünkü seçim sonrasına ilişkin değerlendirmeler durulmuş bir Türkiye'yi değil, sancıları çağrıştırıyor.

Belki iş halka kalsa kolay. Halk atar oyunu sandığa ve gönlündekini klasik yaklaşımla "kendine layık olan"ı çıkarır ortaya. Ama Cemil Çiçek'in de dediği gibi "Türkiye'yi yönetmek için üç anahtara sahip olmak lazım ve halkın verdiği oy siyasi kadrolara sadece bir tek anahtar sunuyor." Kimi çevrelere göre "Türkiye'yi yönetmek halka bırakılmayacak kadar ciddi bir iş."

Öyleyse…

"Öyleyse…" ile başladıktan sonra seçime kadar bir dünya hazırlık gerekiyor: Lider üretmek, lider tüketmek, seçim sistemleriyle oynamak ve halk oyunu yönlendirmek vs…

Yavuz Donat, dünkü yazısında, "Siyasi düşünce grubu….Devletle göbek bağı bulunmayan ama devletten kopuk da olmayan bir araştırma enstitüsü…" diye tanımladığı, çalışmalarını "Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliği'ne sunduğu"nu belirttiği "Yüksek Strateji Merkezi"nin yaptığı bir çalışmadan bahsetti. Donat'a göre bu grup randevu alarak gelmiş ve Türkiye'nin geleceğine yönelik öngörülerini kendisiyle paylaşmış. Buradan şunu anlamak mümkün: Demek ki bu grup, Yavuz Donat'ın sütunundan Türkiye'ye kimi mesajlar taşımak istemiş.

Donat'ı bu gruptan üç kişi ziyaret ediyor ve "2010'un Dünyası-2010'un Türkiyesi" başlıklı çalışmalarını anlatıyorlar. Bu çalışmada "Türkiye'de Siyaset" konusunun da yer aldığı belirtiliyor. Biz bu yazıda, söz konusu grubun siyasete ilişkin değerlendirmelerinden Donat'ın sütununa yansıyan bazı kısımlarının altını çizdik. Grubun Türkiye siyasetine ilişkin temel tesbitleri şöyle:

"* Siyasal merkez çok daraldı... Daralma yüzdesi 45... Bu, rejimin geleceği bakımından tehlikeli.

* Siyasal merkezin yeniden kurulması gerekiyor.

* Siyasetteki adres çeşitliliği kafa karıştırıyor.

* Yoksul sınıf yeterince eğitimli ve bilinçli olmadığı için, siyaseti "intikam aracı" olarak kullanabilir...

Donat soruyor:

"- Seçim ne getirir? İşte cevap:

* Türkiye'nin gerçek hedefi ile sanal hedefi birbirine karıştı.

* Nüfusun yüzde 45'ini oluşturan yoksul sınıf, seçme hakkını "siyasi intikam için" kullanabilir... Ve ikili kaos gündeme gelir:

1. Meclis'te kaos.

2. Sosyolojik kaos.

Grup "Yarın gidilecek bir bir seçimin sonunda ne olur?" sorusuna karşılık 16 ayrı senaryo üretmiş. Bu senaryolardan 16'ıncısı ilginç. Ve yukardaki tesbitin karşılığı gibi. Yani şöyle: .

"Senaryo, kızgın seçmenin... Kırsal kesim seçmeninin... Varoşlar seçmeninin "ders verme senaryosu.""Ey siyaset... Al sana ders... Ak Parti iktidar ortağı... Saadet Partisi de ana muhalefet."

Yavuz Donat soruyor: :

"- On altıncı senaryo gerçekleşirse ne olur?

Cevap şu:

"- Yönetsel sorun."

Peki Yüksek Strateji Merkezi'ne göre ne yapılması gerekiyor? Onun da cevabı şöyle yansımış Donat'ın sütununa:

"Sadece yasa değişikliği ile sorun çözülmüyor. .. Siyaset yapma biçim ve felsefesinin değişmesi şart. .. Ayrıca… Karar mekanizmaları ile uygulayıcı kadrolar arasındaki dünya görüşü farklılaşması önemli bir problem." (Sabah, 12 Mayıs 2002)

Bu değerlendirmeleri herkes farklı okuyabilir. Bu değerlendirmelerin hangi makamlara gittiğini bir kere daha hatırlarsak, seçime yönelen Türkiye'de kimi etkili merkezlerin nasıl bir sorunla karşı karşıya bulunduğunu daha iyi gözleme imkanımız olur.

"Seçim zor" deyişimiz, henüz kendilerini Türkiye'den sorumlu hisseden çevrelerin senaryolar içinde kendi perspektiflerine uygun ve halk oyuna mazhar bir bir senaryoda karar kılamadıklarına dair kanaatimizdir. Karşımızda "merkezin zaaf içinde olduğunu", "halkın intikam için oy kullanacağı"nı ve bunun sonucu ortaya çıkacak halk iradesinin "yönetsel sorun" meydana getireceğini, bunun da "seçim sistemi değişikliği ile bile çözülemeyeceğini", çünkü "Karar mekanizmaları ile uygulayıcı kadrolar arasında dünya görüşü farklılaşması oluşabildiğini" düşünen ve bir yerde "kendisini Türkiye'nin geleceğinden sorumlu gören" bir merkez var.

Bütün bunlarla, 28 Şubat günlerine benzer, hatta ondan daha girift bir tablonun tasvirinin yapıldığını düşünmek mümkün.

Aslında sorun tek tarafın sorunu değil. İki tarafın da sorunu.

-Bir kesim halk iradesini ne yapacağını düşünüyor.

-Öteki kesim ise, kendilerini Türkiye'den sorumlu hisseden çevrenin iradesini ne yapacağını düşünüyor…

Bir kesim için, halk iradesi dilediği gibi biçimlendirilebilse sorun çözülmüş olacak.

Diğer kesim için ise, herkes halkın iradesine saygı duyduğunda sorun bitecek…

Bu ikili alanda Türkiye'nin iki yakası bir araya gelmiyor.

Böyle bir noktada hangi tavrın demokrasiye daha uygun olduğu sorusu da sorulabilir kuşkusuz, ama bu alanda sağlıklı bir iyileşme olmadığı takdirde ortaya çıkacak sonuç "Karar Mekanizmaları"na yakın çevreler tarafından şimdiden ilan ediliyor. "Yönetsel sorun!" Ne kadar zarif iki kelime… Yani 28 Şubat, yani 27 Mayıs, 12 Mart., 12 Eylül… İster gör, ister kulak arkası et. Bedeli Türkiye ödüyor, bedeli halk ödüyor… Bedeli "uygulayıcılar" ödüyor…


13 Mayıs 2002
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED