|
|
Neden onları
ciddiye almıyoruz?
Valla ben de onu doğru dürüst bir şey sanırdım; hani, ikide birde televizyona çıkıp çözümlemeli, analitik, linguistik laflar eden akademisyen var ya... Boşverin ismini. Bir dergide yazılar yazıyor, "içeriğinden boşaltılmış" bir üniversitede ders veriyor, sempozyumlarda filan tebliğler sunuyor, bir televizyon kanalında da, Allah bereket versin, "müzakereci konuk" rolü oynuyor. 27 Mayıs'çılarla 27 Mayıs'çı, 12 Eylül'cülerle 12 Eylül'cü. 28 Şubat'çılarla da 28 Şubat'çı elbette... Ama savunduğu, aynı anda kemalizmin sağ ve sol yorumlarından beslenen, hoşgörü sosuna bulanmış hafif militarize, hafif dindar bir "Türkiyecilik" görüşü. Yüzyıl önce de vardı böyleleri. İmparatorluğun son yüzyılında, İttihatçılar'ın sahneye koyduğu "var olanı elde tutma" oyununun figüranları olarak... Sonra yeni bir düzen kurma... Ardından demokratikleşme... Derken Avrupa'nın merkezinde yer alma... Nihayetinde Avrupa'ya karşı "fütühat ruhu"nu canlandırma oyunu... Bu oyunda kimi bilim adamı, kimi bürokrat, kimi politikacı, kimi gazeteci rolü oynuyor. Bize düşen de, Türkiye'de haddizatında iki siyasi parti bulunduğunu, Türk halkının "mandacı parti"yle "millîci parti" arasında tercih yapması gerektiğini savunan "içi boş" akademisyenlere laf yetiştirmek belki... Türkiye'de iki siyasi parti bulunduğu görüşüne ben de katılıyorum. Tabii, millîci partinin bize nasıl bir Türkiye vaadettiği ayrı bir tartışma, daha doğrusu mizah konusu... Çünkü millîci parti mensupları, "demokratikleşin, siyaset üzerindeki militer görünürlüğe son verin, işkence yapmayın, azınlık hakların tanıyın" sözlerine çok bozuluyor... Bir siyasi programları?
Pardon, sadece Türkiye'yi çağın gerisine iten "toplum mühendisliği" projeleri var ve hâlâ yürürlükte.
"Demokratikleşme oyunuyla" ülkemizi parçalamak isteyen "şer güçlere" celadetle karşı koyuyorlar da, yaptıkları işin geleneksel oligarşiyi ve taponcu sermayeyi palazlandırmak (palazlandırmak ve sermaye sınıfının yedeğinde güya ulusal özellikler gösteren militarize bir sınıf türetmek) olduğunu göremiyorlar. Bu sınıf hep vardı oysa... Batı'daki burjuvaziden, hele İttihatçılar'ın ihdasında zaruret gördüğü yerli burjuvaziden farklı olarak, devlete, ulusallığa, millî değerlere yaslandıkça semirdi. "Rekabet"ten korktuğu için de, dünyaya açılmak yerine "iç pazar"ı parsellemeye yöneldi ve ürettiği çürük-çarık malları dünya ortalamasının üzerinde fiyatlarla yoksul Türk halkına kaktırarak iktidar alanını genişletti. Bütün dava iktidarı kaybetmemek. Bu yüzden, "Avrupa Birliği'ne karşı ulusal cephe" laflarını ciddiye almıyoruz. Hayır canım, düşman filan değiliz. Sadece gülüp geçiyoruz.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |