T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Potansiyel suçlular ülkesi veya yaftalı topluluk

Başbakan Bülent Ecevit'in doktoru, Prof. Dr. Zileli'nin gazetelerde bir beyanı çıktı. Sayın Zileli diyordu ki: "Ben Ecevit'i komünist olarak tanırdım. Bu vesileyle de ona her zaman karşı olmuşumdur."

Bu itiraf, Türkiye'de yaygın bir hastalığın ifadesidir. Bu hastalık, insanları bazı yakıştırmalar yaparak sınıflamak, onların yakalarına yaftalar asmak hastalığı... Türkiye'de politikacı ya da yazar olup da yakasına bir yafta asılmamış pek az insan vardır. Mensup olduğu siyasi partiye göre onlar etiketlenir. Bundan otuz sene evveline kadar CHP'ye mensup insanların çoğu "komünistti... Sade komünist değil, Rusya hesabına çalışan casuslardı."

Demokrat Parti mensupları ise "yobaz"dı... Bunlar demokratik rejimi yıkarak yerine şeriat düzenini getirmek isteyen kimselerden oluşuyordu. Kamuoyunda, tarafsız insan bulmak imkansızdı... Ya "komünist"ti ya da yobaz... İşte bu yakıştırmalar, Sokrat'ın deyimiyle "Yorgun dimağların ürünüdür."

*   *   *

12 Eylül Askeri Müdahalesinden sonra, Strasburg'a giden Türk delegasyonunda ben delegasyon başkanıydım. Bu delegasyonda Turan Güneş, Metin Toker, Prof. Uğur Alacakaptan, Prof. Muammer Aksoy, Prof. Şaban Karataş ve İstanbul Milletvekili Kemal Kaçar vardı.

O günkü askeri idare sadece bana, Turan Güneş'e ve Metin Toker'e yolluk veriyor, diğer üyelere ise yolluk vermiyordu. Zira, Uğur Alacakaptan ve Muammer Aksoy komünistti, Şaban Karataş ve Kemal Kaçar aşırı dinci, fundamentalistti. Bunlar için sadece yolluk almaksızın yurt dışına çıkış izni alabildik ve toplantılara kendi imkanları ile katılabildiler.

Türkiye kadar kendi insanlarını iki kutupta gören veya zıt sınıflara ayıran bir topluluk yoktur. Zenginseniz, mutlaka vergi kaçırmış veya bir şeyler çalmışsınızdır. Hatipseniz, mutlaka yalancısınız. Bu sebepledir ki "Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz" deyimi adeta bir atasözü haline gelmiştir...

Türkiye'nin bu hale gelmesinin sebeplerinden bir tanesi; pek çok masum fiillerin kanunen suç olarak kabul edilmesidir. Mevzuatımızda hukukçuların bile bilmediği pek çok suç vardır. Misal vermek gerekirse, 1930'lu yıllarda çıkarılan "meni israfat kanununa" göre devletten izin almadan davul çaldırmak bile cezalandırılıyordu.

Suçlar ve cezalar vardı ama bunları tatbik edenler yoktu... Çünkü bu suçların çoğu bilinmezdi... Bazen de bilindiği halde, gerek güvenlik kuvvetleri tarafından, gerekse mahkemeler tarafından uygulanmazdı. Çünkü amme vicdanında bu gibi cezaların adil olduğuna inanılmazdı.

Rahmetli Prof. Muammer Aksoy'un başından enteresan bazı vakalar geçmişti. Bunlardan bir tanesi, Antalya'da görülen bir ceza davasında, 163. Maddeden yargılanan bir Milletvekili dostunun avukatlığını yaparken başına gelmişti. Muammer Aksoy'un bu arkadaşı bir tarikatın lideri olmakla ve bu sıfatla da TCK'nın 163. maddesine göre yani (Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkıp, yerine din devleti kurmakla) suçlanıyordu.

Aksoy'un yakın arkadaşı tutuklanmıştı. Muammer Aksoy buna çok üzülmüş ve fahri olarak onun avukatlığını almıştı. Onun böyle bir kimsenin yani 163. Maddeden yargılanan birisinin avukatlığını kabul etmesi, Aksoy'un mensup olduğu Halk Partisi içerisinde infial yaratmıştı. Bu yüzdelı Halk Partililerinden büyük bir gurup, Aksoy'un oteline baskın yaptılar. Onun bu davadan çekilmesini istediler.

Aksoy onlara sordu: "Neden bu davayı bırakmamı istiyorsunuz?"

-Yargılanan kimse bir tarikat lideridir... Yobazdır ve cumhuriyeti devirmek istiyor.

-Bunu nereden biliyorsunuz?

-Ama herkes böyle söylüyor...

Muammer Aksoy'un onlara verdiği cevap çok çarpıcı idi:

-Bana da komünist diyorlar... Ben komünist miyim?

Bu cevap, tutulduğumuz bir hastalığın teşhisi idi... "öyle diyorlar" diyerek insanları suçlama hastalığı...

*   *   *

Rahmetli Uğur Mumcu Rabıta isimli kitabını yazıyordu. Bu kitabında, tarikatlara ait bir kısım yazacaktı. Bu konuyu en iyi bilen kişi Muammer Aksoy'du. Ona, bu konuda ne düşündüğünü sordu.

Buna cevaben Muammer Aksoy, Antalya'daki davada yapmış olduğu savunmayı verdi.

-"Bu savunmada her türlü sorunun cevabı vardır." dedi.

Bir süre sonra Mumcu ve Aksoy karşılaştılar. Muammer Hoca savunmasını nasıl bulduğunu sordu. Mumcu'nun verdiği cevap:

-Bu tarikat mensuplarının, hakikaten iyi insanlar olduğuna ve Cumhuriyeti devirmek niyetleri olmadığına inandım. Fakat biliyor musun, onlar öyle güçlüdürler ki, bir gün Devletin karşısına geçerlerse ne olur?

Muammer Hoca cevap verdi:

-Yani sen potansiyel bir suçu cezalandırmak istiyorsun... Belki fuhuş yapılır diye lüks bir otelin yapımından vaz mı geçelim?..

Sayın Aksoy, potansiyel suçlu kavramının, potansiyel tehlike kavramının, hukukta yeri olmadığına işaret ediyordu...

*   *   *

Türkiye'deki ceza kanunları tam uygulansa, diyebiliriz ki, cezalandırılamaycak pek az insan vardır. Yabancı içki ve sigaranın yasak olduğu dönemlerde, evinde viski bulundurmayan kaç kişi vardı?... Bir gayrimenkul alırken, satış fiyatı üzerinden harç ve vergi ödeyen kaç kişi vardır? Devlet, vatandaşların bazı hürriyetlerini kullanmasını dahi suç saymıştır. Bu durum, vatandaşları suç işlemeye mecbur hale getirmiştir.

Bir tarafta yorgun beyinler.. bir tarafta ne idiği bilinmeyen cezalar... Bir tarafta "herkes öyle söylüyor" felsefesi ve bir tarafta da, potansiyel suçluluk mefhumu bizleri o hale getirmiştir ki, hepimizin göğsünde birer suçlu yaftası vardır.

*   *   *

Bir kooperatifin idarecileri hakkında yapılan şikayeti inceleyen savcı, kooperatif başkanına şunu söylüyor:

-"Kooperatifinizde herhangi bir usülsüzlük ve yolsuzluk bulamadık. Anlıyorum ki, bu kooperatif bizim bildiğimiz kooperatiflerden değilmiş." Yani bir kooperatif varsa mutlaka suistimal vardır, gibi...

"Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz" diyen bir toplumun içerisinde hepimiz birer potansiyel suçluyuz. Biz çok şanslıyız. Çünkü, güvenlik güçleri henüz yakamıza yapışıp mahkemeye sevketmemiştir bizi. Devletin yakasına yapıştığı kimse suçlu olmadığını ispatlamak zorundadır.

*   *   *

Sabahları gazeteleri açıyorsunuz. Baştan aşağı suistimal haberleriyle dolu. Tutuklamalar... Açılan ceza davaları... Sonra bakıyorsunuz, büyük suçlamaların arkasından beraatlar, tahliyeler... Bir de bakıyorsunuz, kabahat nevinden suç sanıkları hakkında verilen büyük cezalar.

Bu durum mahkemelerin adaletsizliğinden mi geliyor? Hayır... Adaletsizlikten değil... Memlekette o kadar potansiyel suçlu var ki, bunların arasında, gerçek suçlu ile masumu ayırt edemiyoruz. Büyük suçların delillendirilmesi çok güç. Fakat ispatı kolay suçlar hafif te olsa, ceza mekanizmasını çalıştırıyoruz.

Maalesef Türkiye'de herkesin yakasında bir suçlu yaftası var.. hele zenginseniz.. hele politikacı iseniz.. ve hele yazarsanız.. daha daha, hele cemiyette seçkin bir pozisyonunuz varsa...

Sayın Prof. Zileli bu gün Bülent Ecevit'i tedavi ediyor ve onu takdir ediyor. Acaba, Sayın Ecevit mi komünistlikten vazgeçti veya Sayın Zileli'nin suçlaması mı yanlıştı?


17 Haziran 2002
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED