|
|
Sami Selçuk, etik, siyaset ve anayasa...
Üç yıllık görev süresinin ardından Yargıtay Başkanı Sami Selçuk yaş haddinden emekliye ayrıldı. Bu süre içinde Selçuk bir hukukçu olarak cesur, kararlı ve demokrat tavrıyla ileride bir model olarak anılacak insanlardan biri olma vasfını kazanmıştır. Daha da öte ülkenin geçirdiği zor dönemde, hukukun aşırı devletleştiği, siyasileştiği bir devirde Yekta Güngör Özden'lerin karşısında önemli bir karşı ağırlık oluşturan ve bu çerçevede ses zıkarmak, varlık göstermek açısından önemli bir demokrat misyonu yerine getiren bir kimlik de olmuştur. Selçuk ilk konuşmasında 12 Eylül Anayasa'sını tartışmaya açmıştı. Ve bol bol tepki görmüştü. Selçuk geldiğinde böyledi, gittiğinde de böyle... AB hattında değişimden sözeden, çağın değerlerine kavuşmağa çabalayan bu ülkeyi hala bir darbe anayasası yönetiyor. Selçuk'a güle güle demek için 12 Eylül Anayasası'nı bir kez daha hatırlatmak, bir kez daha tartışmak uygundur... Öyle yapalım ve anayasadan bugünün sorunlarına uzanalım... Tartışacağımız anayasa; "ülkenin gerçekleri farklıdır, Türkiye'nin özel şartları vardır" bahanesiyle bireyin ve toplumun, zihni, kültürel, siyasi faaliyetlerini kodlamaya soyunan ve devleti kutsal sayan ilk anayasadır. Düşünce suçlarını meşru kılan, bilim ve sanat özgürlüğünü kurallara, koşullara tabi kılan tek anayasadır. Hatırlayın nasıl hazırlanmıştı, bu anayasa! Bir kere, "Anayasa yasaları belirler" ilkesinin tersine bir mantıkla hazırlanmıştı. Yani yasalardan anayasa üretilmiş, yani önceden çıkarılan yasalar anayasa hükmüne dönüştürülmüştü. Üstelik bu yasalar üç yıl süren bir askeri cuntanın, yani Milli Güvenlik Konseyi'nin çıkardığı, temel hak ve özgürlükleri iyice kısıtlayan, yargı denetimini daraltan, yürütmeye, idareye ve kolluk güçlerine (hak sınırlamak da dahil olmak üzere) aşırı yetki veren yasalardı. Devlet Denetleme Kurulu, YÖK, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Hakimler ve Savcılar Kanunu, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdari Yargılama Usulü Kanunları, Sıkıyönetim Kanunu, Devlet Başkanı'nın atama ve denetleme yetkilerine ilişkin kanunlar bunlar arasındadır. İkinci olarak; 1982 Anayasası, MGK çıkışlı mevzuat yanında kaynak olarak kabul ettiği diğer iki belgeyi, 1961 Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni tamamen tahrif ederek ve tersine çevirerek kullanmış bir anayasadır. Her iki belgenin içerdiği temel hak ve özgürlükler listesi, yeni çıkan bazı uluslararası metinlerden de yararlanarak geliştirilmiş, ancak getirilen özel yasaklarla ve istisnalarla başta verilenler bizzat anayasa tarafından geri alınmıştır. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 17. maddesi temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını hem bireylere, hem topluluklara, hem devletlere yasaklarken; 1982 Anayasası bunun topluluk ve devlet kısmını görmezden gelmiştir. Aynı 17. madde kötüye kullanma olarak hak ve yok edilmesini hedefleyen eylemleri tarif ederken; anayasa düşünsel, sanatsal, bilimsel çalışmaları bile içerikleri bakımından kısıtlama ve sınırlama yetkisini elinde tutmuştur. 1982 Anayasası, sadece biçimsel kaynakları açısından değil, içeriği açısından da, yani devletin kutsanması, "yerli gerçekler" bahanesiyle otoriter bir yönetim mantığının meşrulaştırılması açısından da gerçekten bir ilkler anayasasıdır. Örneğin, "özgürlük kural, sınırlama istisnadır" ilkesini tersine çeviren ilk Batı anayasadır 1982 Anayasası. 13. maddesiyle, yasamaya görülmedik bir şekilde bütün hak ve özgürlükleri genel olarak sınırlama yetkisini vermiştir. Bununla da yetinmemiş; her bir temel hak ve özgürlüğü kendi maddeleri içinde "özel" olarak sınırlamıştır. O da yetmemiş, 14. maddesiyle özgürlük ve hakların kötüye kullanılmasını ifade eden yasakları tek tek sayarak yeni bir sınırlamaya daha başvurmuştur. Bu sınırlamaları sağlama almak için 1961 Anayasası'ndaki özgürlüklerin "özüne dokunulamaz" ibaresini kaldırmış, yargı denetimini devre dışı bırakmıştır. Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti konularında, yargıç ve yargının yetkisi kolluk güçlerine verilmiştir. Tüm bunların sınırlamaların gerekçesi ise, devletin ülkesiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması gibi hukukiliği su götüren, yasallık niteliği tartışmalı, kaypak, muğlak, siyasi ve subjektif, ideolojik yoruma açık unsurlardır. Tüm bunların ilkeleri, yani araçları dışlayan, buna karşılık esasları, yani amacı merkez alan ve esasın güçlü tarafından keyfi bir şekilde tayin edilmesini meşrulaştıran totaliter bir zihniyetin ürünü olduğuna şüphe yoktur. Bugün Türkiye 28 Şubat öncesinde ortaya çıkan ağır toplumsal bir krizi, Susurluk'la ayyuka çıkan ağır bir yönetim bunalımı yaşıyorsa, yani devlet toplumu zor kullanmadan yönetemez hale geldiyse, yönetemedikçe iç gerginlikler yaşıyor ve daha fazla sertleşiyorsa; bunlar bu zihniyetin ürünüdür. Sami Selçuk'a katılıyoruz. Bu anayasayı eleştirirken, gayri meşru ilan ederken, "Türkiye 21. Yüzyıla bu anayasayla giremez, girmemelidir" derken haklıydı... Ve haklı kalacak...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |